Perşembe, Aralık 21, 1995

Bir dosta mektup

Sevgili Dostum,



Hepimiz zaman zaman ne kadar bunalırız bilirsin. Kendimiz dahil tüm dünyaya yabancı hissederiz kendimizi. Aynadaki görüntümüz dışında tanıdık bir şey bulamayız, kendimizde bile. Ne içimizde ki kalabalık ne dışardaki kalabalık yetmez o zaman.



Ben mi benden uzaklaşıyorum

Çevremdekilermi bilemiyorum

Ne kendimi dinleyebiliyorum

Ne diğerlerini

Uzun siren sesleri kulaklarımda

Yüreğimde yük dolu kervanlar var yine

Ne istediğim gibi olabiliyorum

Ne hissetiğim gibi

Hayatımın bir yerine gizlenmiş

Bir şeyleri arıyorum yine

Ne içimdeki kalabalık yetiyor bana

Ne de dışarıdaki

Yalnızca kendi sessizliğimde

Kaybettiğim düşlerimi arıyorum



Mayıs 1994



Bu şiiri bunaldığım zamanlarda her okuduğumda ekliyecek başka bir şey bulamıyorum. Düşünsene kimbilir kaç defa aynı senaryoyu yaşıyorum tekrar tekrar. Oysa daima bir güneş doğuyor karanlıklara. Ve batıyor yine ne yazık ki.





Bazen olmaz sevgilerle çırpınır yüreğim

Içimde yaşanası duyguların derin hazzı oluşur

Zaten sevda yüklü olan ruhum

Bölünüp çoğalıverir

Tek bedende bir çok ben olurum

Kiminin gözleri, kiminin gülüşü sarar beni

Her birine bir parçamı veririm

Dağılıp yok olacağımı hissederim zamanla

Birden sevgisiz, tükenmiş kalıveririm

Herşeyi anılarda bırakıp kaçmak isterim

Zaman kumsaldaki ayak izlerimi silecektir nasılsa



31 Temmuz 1992



Temelde her insan ortak bir şeyler yaşar, benzer şeyler. Ama hep bunları yalnızca biz yaşıyormuşuz gibi gelir nedense. Oysa belkide o an yalnızca biz yaşıyoruzdur. Bir başka zamanda bir başkasından aynı hikayeyi kimbilir kaç kere duymuşuzdur da, kendi beceriksizliklerimizi daha doğrusu çaresizliklerimizi bir yana bırakıp hemen ahkam kesmeye başlamışızdır; eğer bu yaşadıklarımızın bir öğretisini kazanamamışsak. Ama biliyorsun öğrenmek zorundayız. Hiç bir serüven boşa yaşanmaz. Sadece öğrenmek istemiyoruz. Şu acı gerçekler hikayesi gibi görünüyor değil mi? Belkide öyle ama gerçekte bunlar yalnızca kendini tekrarlamadan büyümenin bir yolu. Amerikayı her yeniden keşfe çalıştığımızda, başımızı o tanıdık duvarlara vurduğumuzu biliyorsun. Acılar pusuda olabilir daima ama cesur olmak zorundayız. Başka yolu var mı sence.



Bırak aksın aşkın gözyaşları

Acının zehiridir akan korkma

Gün gelecek bulacak seni

Uğruna ağlamaya değecek bir sevgili



Bırak kafeslesinler, bağlasınlar seni

Ruhunu kafesleyemezler, özgürsün korkma

Her yaşam öyküsü böyle başlar

Bir gün sende yaşayacaksın kendini



Bırak sığdırma kalıplara kendini

Insan olmak işte budur, korkma

Özgür olmanın bedeli bu

Anlaşılmasanda yine seveceklerdir seni



5 Aralık 1995



Yazmak bana bunları öğretiyor bak. Yaşanmış bir zamanda, yaşanmış bir aşk, yaşanmış bir dostluk için neler yazmışım, neler hissetmişim. Ve kendimi ne kadar tekrarlıyorum. Elbette özde hep aynı insanım ben, ama birilerinin bana kattıklarıyla büyüyen bir insanım. Hepimiz öyleyiz. Insan olmanın yaşanası ayrıcalığı bu hissettiklerimiz. Ama nedense hep kendimize karşı bir silah gibi kullanıyoruz bu ayrıcalığı. Nedense hep kendimize zarar veriyoruz, başkalarının bize çektirdiklerinden şikayet ederek. Düşünsene şu bunaldığında kendine yaptığın eziyeti. Ya da onu aramak isteyip aramadığında kendini duygularını nasıl bastırdığında nasıl acı çektiğini düşün. Kim sana bu kadar acı veriyor senden başka. Başkası yüzünden acı çekmek, yalnızca bizim o insana bu müsadeyi vermemizle ve temelde kendi isteğimizle oluyor, sanki bilmiyormuyuz. Biliyoruz elbet, ama bilmek, ya da başkalarının bilmesini istemiyoruz. Nedense karşı konulmaz bir arzuyla bu “kurban” rolünü oynamayı seviyoruz biz. Yaşadığı acıları haketmeyen bir “kurban”. Oysa hiç de sevmediğimiz bir şahsiyet mevzu bahis olduğunda, “o da kim oluyor” diyecek kadar mağrur ve zalim olabilecek sözde “kurban”lardan başka neyiz bizler. Bazıları insanların acıma duygularını sömürerek yaşamayı tercih ederler. Bazıları kendilerini acıya mahkum ilan ederek. Ama hepde kendini acıların insanı ilan edenler, değişmekten dem vururlar. Çünkü acı değil, mutluluk isterler gerçekte. Ama mutluluk başkasıyla başlamaz, insanın kendi içinde başlar. Kimsenin sihirli değneği yoktur mutlu olmak için. Ister uçuk desinler ister kaçık mutlu oluyorsam eğer bildiğim yoldan şaşmamaya çaba gösteriyorum ben de. Ama ah o hüznün dayanılmaz hafifliği. Bazen kapılıp gidiyorum peşine, bazen pupa yelken yaşıyorum deli dolu.



“Kürşat Başar -Konuştuğumuz Gibi Uzaklara - 1992



Okuduğum kitabı elimden bırakmak öyle zor geldi ki bir an. Bir kaç sayfa, bir kaç satır daha okusaydım, tekrar bir yalnızlığın içine düşeceğimden korktum. Ne çok mutsuz sona erişen aşk hikayesi var diye düşündüm. Herkes kendince bir aşk acısı çekiyor, yada çekmiş. Son günlerde bir araya geldiğimizde çaylarımız yudumlarken yaptığımız ve hiç bitmemesini dilediğim aşk dolu sohbetlerimiz geldi aklıma. Her defasında dinlediğim bir başka beden, bir başka hayat ve bir başka hikayeydi. Ama bakışlar, hüzünler, yürekler hep aynıydı sanki.



Bazen öyle anlar geldi ki, anlatmak isteyipte bir türlü toparlayamadığım, tanımlayamadığım duygularımı anlattılar bana. Sanki beni anlatıyorlarmışçasına şaşkınlığa düştüm. Bence daha önce hiç yaşanmamış, ya da yaşanmışların en güzeli olan duygular sıradanlaşıverdiler. Ama bu sıradanlık yalnızca olayların oluş şeklindeydi. Gözyaşlarım, hislerim hepsi bana aitti. aşananlar belki aynı kelime grubuna denk geliyordu ama, hissedilenler tanımlanamayacak, kalıplanamayacak kadar başkaydı.



Nedensiz korkulara kapıldım çoğu zaman, sanki her yaşanmış acı hikaye bir gün beni de yakalayacaktı. Ama dinlediğim acıların hepsini yaşayacak olsam, hiç mutlu anım olmaması gerekirdi herhalde. Bazıları öyle anlamsız, öyle basit şeylerdi ki, hatta kendi yaşadıklarım bile.



Hiç tükenmeyen endişeler, korkular, bunalımlar, aldatılmaktan, sevgisizlikten, terkedilmekten, kaybetmekten korkan insanlar, cevapsız yüzlerce acabalar, belkiler.



Bende elimdeki kitabı okurken, birden bire o olayında kahramanı oluvermekten, aşk için yeniden göz yaşı dökmekten korktum.



Yalnızca bir öykü bile olsa -yaşanmış ya da hayal-, tükenmiş sevgiler için ağlamaktan korkuyorum. Aşkı yeniden yaşamaktan korkuyorum belki de”



Şimdi bu satırları okuduğumda bir çok yerinde kendimi bulamıyorum. Kimbilir kaç aşk yaşadım oysa bu satırların ardından. Yaşamak yazmak gibi, belli bir birikim gerektiriyor sanırım. Ama şunu biliyorum ki, o günden bugüne hayatın bana kattıkları oldukça fazla. Düşünce yapım daha çok şekillendi şimdi. Bundan bir kaç yıl sonra daha da şekillenecek.



Neden bilmem ama, hayatımızda eksikliğini hissettiğimiz şey hep dolu dolu bir aşkmış gibi gelir. Öylemidir gerçekten? Herşeyimiz tamdır da, bir sevgilimiz mi yoktur. Ya da belki bir sığınağımız yoktur. Belki yeni bir ebeveyn ya da kardeş ve belki de yeni bir iş seçme şansımız olmadığından yenileyebileceğimiz en kolay şey bir sevgilidir de ondan. Birini sevmeyi özleriz bazen, bazen birinin sevgisini. Hep bir öncekinden daha çok sevdiğiizi sanırız yeni sevgiliyi. Ya da giden sevgilinin ardından bir yenisi asla olmayacağını düşünürüz. En azından onu hiç unutmayacağımızı. Vardır elbet izlerini silemediğimiz insanlar hayatımızda. Bu noktada, “o insanın neden artık hayatımızda olmadığı” sorusunu sorarsak sanırım daha açıklayıcı olur. Giden biz olalım, ya da o olsun, hep yarım kalmıştır bir şeyler. Tabii giderken gerçekten yapmak istediğimiz bu değilse. Yaşanmak istenenler yarım kalmıştır. Zaten gerçekte özlediğimiz o insan değil, o insana dair kurduğumuz düşlerdir bence.



“Kendimi yeniden keşfetmenin huzuruna ve heyecanına kapılmış gidiyorum. Yüreğimden martılar havalanıyor yeniden. Aylardır kendimden bile gizlemeye çalıştığım bir son yaşıyorum. Ama bitmişlerin yasıyla değil yeni başlangıçların heyecanıyla. Arada sırada yıpranmışların küllerini havalandıran bir rüzgar esse de eskilerden; tomurcuklanan yeni sevdaların baharla gelen kokusu dolaşıyor damarlarımda. Kurulmaya çalışılan iletişimlerinin sancısının ne kadar ağır ve acımasız olduğunu anlıyorum. Evet dediğin gibi “bir ayna” değilsin sen. Beni bir aldatmacanın ortasından çekip çıkaran bir gölgesin belkide. Ne farkeder ki bir başka beden olsa yanında? Benim olmasan ne farkeder? Sana yaşamın tadını borçlandım bir kere. Sohbetinin derinliğinde benden bir şeyler yakaladım. Kelimelere dökmediğin düşüncelerinde keşfedeceğim belkide sendeki beni. Kimselerin geçmediği bir yol bulabileceğim belkide sana uzanan. Başkalarının ayak izlerini takip etmeyeceğim hiç bir zaman. Içimdeki kalabalığın değişik yüzlerini göstermeyeceğim bir insan olmanı isteyeceğim senden. Yalnızca gerçek beni aramanı isteyeceğim. Yeter ki artık ezberlediğim senaryoları yaşatma bana, klasik bir hikayenin sıradan bir kahramanı olma sakın. Belki de bir günlük tatlı baharların içinde bir sabun köpüğü olarak kalacaksın, çarçabuk dağılıp yok oluveren, geriye bir iz bırakmadan. Ama sana hep yaşamın tadını verdiğin için borçlu kalacağım. Dostluğumu bekleteceğim senin için, içimdeki çocuğu saklayacağım- Nisan 1994”



O günden sonraki hayatımın bir yılını bir başkasıyla geçirdim oysa. Delice sevdiğimi düşündüğüm bir başkasıyla beraber, tarifsiz acılar yaşayarak mutlu oldum. Oysa bak daha neler hissetmiştim;



“Işte yine gecenin tadını keşfediyorum tanıdık duvarlar ve eşyalar arasında. Yeniden düşüncelerimi somutlaştırıyorum kağıtlar dolusu, bir zamanlar hep yaptığım gibi. Tozlanmış raflardan indiriyorum hayal gücümü ve kaldığım yerden devam ediyorum. Ayların birikmişliği var yüreğimde.



Sevdalandığım geceleri anımsıyorum, bazen ağladığım, bazen güldüğüm. Kendimle kaldığım tüm anların özlemini taşıyorum. Uzun zamandır kendimi yalnızca aynadaki görüntümle sınırladığımı anlıyorum. Içimdeki kalabalığın sabırsız kıpırdanışı hissediyorum yeniden. Coşkularımın gülüşlerimin gerçek olmadığını farkediyorum. Maskeli kalabalıktan biri oluyormuşum meğer. Dünyamı nasılda sınırlamışım aylardır. Duvarlarımı nasılda yükseltmişim meğer. Beni benden başka biledursun diğerleri, işte kendimle başbala gerçek beni uyandırıyorum yeniden.



Yazılmamışlarımı yazmak istiyorum, kaygısız, korkusuz satırlar sıralamak istiyorum. Biliyorum yine neler keşfedeceğimi, kelimeler arayacağımı biliyorum hislerimi tanımlayan.



Karamsarlığın gardiyanı nöbette değil artık başucumda, yüreğim sevgi dolu yeniden.



Geceyi seviyorum, karanlığı sessizliği, düşüncelerimi tamamlayan hafifi melodiler kulaklarımda. Yalnızca bana ait olan bu dünyayı seviyorum. Beni günün aydınlığına taşıyan bu geçişler, yarınıma huzur götürecek yüreğimden biliyorum.



Onu aradım yine, ama yüreğim onun için değil artık. Tüm bu hallerimin sebebi bir başkası. Aklımı çelen beni bana döndüren bir başkası. Nereden geldiğini bile anlayamadan beni çözüveren bir yabancı.



Kendimi aramaya kaldığım yerden devam edeceğim onunla. Ve onu keşfettikçe bana kattıklarıyla büyüyeceğim.



Yüzyıllık bir uykudan uyanmış gibiyim. Tanıdık bir heyecan taşıyor yüreğim. Peki nasıl oldu da bu kadar kör olabildim bunca zamandır. Bu kadar sıradan bunalımlara soyundum, bu kadar sıradan duygulara , egoma esir oldum. Hiç bir artısı olmayan bir insan nasıl bu hale getirdi beni. Artık yolun sonuna geldin işte. Vazgeçilmezliğin bir masalmış yalnızca. Bir ilüzyondan ibaret gösterişin. Ve seni anılarımda bile saklamayacağım belki de, yazıkki açtığın yaraların izleri kalacak. 23 Mayıs 1994, 01.30 A.M.”



Biten biri ve yeni bir sevgili imajı. Farkettin mi sonunda “kurban” olma psikolojisine nasıl girmişim. Neden hiç artısı olmasın bir başkasının? Neden sıradan olsun hissettiklerim? Işin en garibi de, beni bana döndüren diğer insanla beraber olmayı değil, bir başkasına kapılmayı seçmiş olmam. Ve yine aynı acıları yaşamam ve o diğer kişinin ezberlediği bir rolmüş gibi yine beni bana döndürmesini yaşamam bir kez daha. Ve o insana bir şans vereceğim bu defa, ona ve kendime. Neler olacak bilmiyorum. Yine benden uzaklaşırmıyım sence, bilmiyorum. Ama şu yaşadıklarıma rağmen ardından bir başkasıyla, belki farklı bir boyutta yeniden yaşamam ve aynı tuzaklara düşmem gösteriyor ki; ancak iki kere de öğrenebilmişim bazı şeyleri. Halbuki buna gerek varmıydı? Aslında kendimi suçlamıyorum bu yüzden, yaşamam gerekmiş diye de savunmuyorum. Kimseyi suçlamıyorum. Yaşadıklarımdan bir şeyler öğrenebiliyorum artık. Artısını kurcalamanın ve geçmişin neden ve niçinlerini fazla da deşmenin taraftarı değilim. Geleceğe umutla bakıyorum şimdi. Ne istemediğimi biliyorum. Istedikleriminse sınırı yok, her an yeni bir şey yaşamak isteyebilirim çünkü. Geçmişi değiştiremem ama geleceğimi yönlendirebilirim biliyorum.



“Şu içimdeki kalabalık fikri oldum olası beynimi kurcalar durur. Hatta zaman zaman, kendimi “ben kimim?, ya da “kim için, kimim?” sorularının çıkmazında bulduğum bile olmuştur. Ağlamak istediğimde gülmek, bağırıp haykırmak istediğimde susmak zorunda kaldığım zamanlarda hayatı yalnızca oynamak zorunda kaldığım bir rolden ibaretmiş gibi görürüm. Diğer insanları kandırmak, kendimi kandırmaktan çok daha kolaydır nasılsa. Hayatı sanıldığından bile kolay sahnelenen bir oyun haline getiren bu mecburi roller, kendimi bana bile yabacılaştıracak noktaya geldiğinde ise, her zaman en iyi dostum olan kendime dönüp içimde yaşattığımı düşlediğim kalabalıktaki gerçek beni aramaya koyulurum yeniden. Ancak her defasında bir başkasının yaşamında bulduğum kendi gölgemin peşine takılıp, bu keşfi onun derinliklerinde sürdürür bulurum kendimi. 16 Ağustos 1995.”



aynı gün..



“Şu ana kadar bir bilinmeze doğru gittiğimi sanıyordum. Oysa artık bir bilinmezden aydınlık geleceğime. Çevresindeki güzelliğin pırıltısından kamaşan gözlerini ovalayan bir çocuk gibiyim.”



Bazen herşeyi isteriz, bazen hiç bir şeyi. Shirley Mclaine’nin “Sevginin Sonsuz Dansı” isimli kitabında dediği gibi; “Dünya üzerinde kötü diye bir şey yoktur, onu biz yaratırız”. Düşününce ne kadar haklı olduğunu daha iyi anlıyorum. Düşünsene hep bilinmeyenden korkar insanoğlu. Karanlık fobisinin temelinde de bu yatar bence. Oysa bilinmeyen neden hep kötü olmak zorundadır? Yüzyıllar boyu insanlar, keşiflere hep kötü demişler istememişlerdir. Kötü, şeytandır. Oysa günümüzde bu şeytan işi keşiflerin yaşamımızı ne kadar kolaylaştırdığını düşünsene. “Ben kötüyüm” diyen birini tanıyorum. “Ben kötüyüm seni haketmiyorum” demişti bana. Çünkü ben iyiydim. Kötü olmanın tanımı neydi onun için, sormayı hiç akıl edemedim. Oysa, onu çok seviyordum. Ama o ısrar etti kötü olduğunda, hatta belki bana, belki kendine bunu ispatlamak için kötü şeyler yaptı kendince. Ama kendi yaptı. Yaptığının adını kendi kötü koydu. Ve ben biliyorum ki böyle yaşamayı sürdürürse, gerçek kötülüğü kendine yapacak. Ve sonra kurban rolünü üstlenecek belki yaşamda, ya da belki taşıyamayacak., bilmiyorum. Ben kendi hayatımda adını iyi koyduğum diğer herşeyle beraber yaşamaya devam edeceğim. Ve o bunu hiç anlamayacak. Iyinin adını ben koydum, kötünün adını o.



Seninle bir oyun oynayalım, sen şu ana kadar okuduğun şeylerden sonra neler hissettiğini, nelere katılıp,nelere katılmadığını yada hepsini bırak aklına ilk gelen şeyleri, anlatmak istediğin bir şeyleri, her ne olursa olsun yaz, ben de sana yalnız olmadığını göstereyim. Ama yazman gerekiyor. Yalnızca “kendin gibi” yazmayı ihmal etme.



Bekliyorum...



AYLIN





12.09.1995



Çarklar dönmeye başladı, oyunun ikinci perdesine hazır ol, sana söylemiştim yalnız olmadığını, şimdi kafanın içindekileri boşalt ve biraz da beraberce başka insanların hayatlarına göz atalım ne dersin.



“ Yirmidört yılımın bilinçli olarak hatırladığım kısmı aşağı yukarı ondokuz yıldır. Neleri yaşadım, neleri yaşamadım muhasebesini yapmak için zamanın oldukça erken olduğunu düşünüyorum. Ama şu zamana kadar yaşadıklarımın çok azı kendi isteğim dışında gelişti. Bunu yaşadığım ortamı, aile çevremi, beklentilerimi ve hayallerimi gözönünde bulundurarak dürüstçe itiraf ediyorum. ....... önce çok daha mutluydum. Sadece hayallerim ve ben vardım. Kendimi istediğim zaman kapatabiliyordum ve bunun güzelliğini doyasıya hissederek yaşayabiliyordum. Kendimi kapatmanın en güzel yanı kendi kurduğum dünyada, kuralları ben koyarak yaşıyordum. Fazla beklentilerim olmadığı için prensesi olduğum bu dünya bana fazlasıyla doyurucu geliyordu. Ayrıca sorunlarla da rahatlıkla başedebiliyordum. Yalnızlık benim için kaçınılası ve korkulası bir öcü değil, huzur veren güvenli bir kucaktı sanki. Kendi yalnızlığımın kucağına sığınmak nasıl bir duygudur bilirmisin bilmem ama o dönemlerimde beni fazlasıyla tatmin ediyordu.



........, kendi kurduğum dünyama uzaklaştıracak, (benimde) çok sevdiğim gecelerimde yalnızlığımın en güzel oyunu hayallerime yabancılaştıracak, eskiden bulduğum huzuru aratacak günlere sebep olacaktı. Artık o çok sevdiğim gecelerde ben, insanlarla olan ilişkilerimin hesabını yapacak belki de, ilk kez yaşadığım duygulardan dolayı kalbimdeki sancıyı hissederek acaba aşk bu mu sorusuna cevap arayacaktım. Aşkın ne olduğu sorusuna cevap bulabilmiş değilim şu gün ama sevgi nedir, hoşlanma nedir sorularına bizzat yaşayarak verebilecek duruma geldim. Aslında aşkı yaşadım ama hep kitaplarda yazan ya da filmlerde gösterilen



1995 - Bir zamanlar ....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder