Çarşamba, Mayıs 06, 2009

AYNA

Kışın korkunç soğuğunun, ortalığı bembeyaz bir buz tabakasına çevirdiği günlerden biriydi. Sokaklarda pek fazla kimse yoktu. Herkes hazırlıklarını tamamlamış evlerine çekilmişti bile. O da koltuğunun altına kıstırdığı çam fidanıyla birllikte hızlı adımlarla eve gidiyordu. Neredeyse bir haftadır bugün için hazırlanıyorlardı. Tam bir yıl olmuştu işte, dolu dolu bir yıl daha bitiyordu. Her zaman önünden geçip gittiği antikacı dükkanına geldiğinde yavaşladı. Vitrinde gördüğü eski taş aynaya takılmıştı gözü. Aynanın toz bağlamış yüzeyine baktığında kendi görüntüsü yerine bir başka yüz görümüştü sanki. Cebinden kendi küçük aynasını çıkardı, baktı ve “İşte bu benim”, dedi içinden. Sonra yeniden vitrindeki aynaya baktı. İyice şaşırdı. Çünkü bu kez görünen yüz deminki değil bir başkasıydı. Ve bir kaç dakika sonra bir başkası belirdi. Sanki etrafındaki herşey yok olmuş gibi kıpırdamadan öylece aynaya bakıyordu. Bu arada dükkan sahibi de onu farketmişti. Dışarı çıkıp “Bir şey mi arzu etmiştiniz?”, dedi. Aynaya öyle dalmıştı ki adamı duymadı bile. Dükkan sahibi tekrarladı “Bir şey mi arzu etmiştiniz?”. Yavaşça kafasını kaldırdı. Gözleri kocaman açılmış, yüzü kireç gibiydi. Dudaklarını kıpırdattı, ağzından bir kaç anlamsız sözden başka bir şey çıkmadı. “Bir şeyiniz mi vay bayım, doktor çağırayım mı?”, dedi dükkan sahibi telaşla. “Hayır, hayır gerek yok, ama... ama şu ayna..şu ayna da garip bir...” “Ahh, demek onu beğendiniz, bende bir şeyiniz var diye korktum. O aynanın oldukça uzun bir geçmişi var. Sevgilisi savaşta ölen bir soylu kadına ait olduğu söylenir, tabii ne kadar doğru olduğunu bilmem. Sonra elden ele bu güne kadar gelebilmiş işte. Onu bana satan müşterim uğursuz olduğunu ve ondan kurtulmak istediğini söylemişti. Ama siz bunlara inanmayın tabii.. Bakın bir yıldır vitrinde duruyor, hiç kötü bir olay gelmedi başıma, hatta işlerim açıldı bile diyebilirim”.
“Lütfen dinleyin beni, bu ayna normal değil. Baksanıza şuna görmüyormusunuz”, dedi dili dolaşarak.
“Beyefendi alacaksanız gelin konuşalım, almayacaksanız meşgul etmeyin lütfen. Gayet normal ve eski bir ayna işte, zaten değeride fazla değil. Hatta dükkanımdaki en ucuz maldır.”
“Yani görmüyor musunuz? O insanları görmediniz mi?”
”Hadi işinize gidin artık, iyigünler.”
“Durun, aynayı alıyorum ne kadar demiştiniz.”, dedi telaşla ve aynayı alıp çıktı dükkandan. Eve gidene kadar paketi açmamak için zor tuttu kendini. Karısı yüzünde tatlı bir gülümsemeyle açtı kapıyı “Merhaba hayatım, geciktin biraz?” Elindeki paketi ve fidanı yere bırakıyordu ki salonun hızla açılan kapısından fırlayan oğlu bağırmaya başladı. “Ne aldın babacığım? Söylesene ne var bunun içinde?” “Senin için bir şey değil canım, ama seni de unuttum sanma”, dedi cebinden çıkardığı minik paketi oğluna uzatarak. Çocuk paketi alıp sevinçle geldiği gibi koşarak salona girdi. Karısının meraklı bakışlarını farketmesine rağmen fidanı salonun ortasındaki büyük saksının içine yerleştirene kadar bir şey söylemedi. Nihayet paketi elleri titreyerek açarken ise, tüm olan biteni anlattı bir çırpıda. Kadının yüzündeki merak yerini garip bir endişeye bırakmıştı. Yavaşça oturduğu yerden kalkıp, sanki iğrenç bir şey tutuyormuş gibi tozlu aynayı aldı. Bir müddet bir şey söylemeden baktı aynaya. Adam sanki gözlerini kırparsa bir şeyler kaçıracakmış gibi büyük bir dikkatle karısının yüzüne bakıyordu. “İlaçlarını aldın mı bu sabah?”, dedi kadın sanki hiç bir şey olmamış gibi tek düze bir ses tonuyla ve aynayı adama geri verip mutfağa doğru gitti. Bu tepki üzerine şaşıran adam aynayı alıp koşarak karısının peşinden mutfağa girdi “Ne ilacı, görmedin mi yani, hiç bir şey görmedin mi?”. Kadın artık tedirginliğini belli eden bir sesle “Hayır”, dedi “Hiç bir şey görmedim. Sanırım son günlerde çok fazla yoruldun”. Eve geldiğinden beri ilk defa aynaya baktı yeniden. Uzun sarı saçları olan bir kadın ruj sürüyordu. Üstünde yakası açık siyah bir elbise vardı. Birden aynanın arkasını çevirip bakma ihtiyacı hissetti. Sonra karısına baktı tekrar. Suratında, geldiğindeki o tatlı tebessümden eser kalmamış, kafasını kaldırmadan salata yapıyordu.

Elbette birilerini görüyordu o. Bunun yorgunlukla ilaçla falan da bir alakası yoktu. Evet bir müddet sinir tedavisi görmüştü ama, çoktan geçmişti o günler. Doktor, “Artık iyisin”, demişti, “Yalnızca ilaçlarını düzenli kullanmaya devam et”. Kullanıyordu da zaten. Sert bir haraketle dönüp yatak odasına girdi. Kadın hızla kapanan kapıya baktı, sonra koluyla yüzündeki ıslaklığı sildi. Demek yine başlıyordu, demek daha bitmemişti.

Aynayı özenle komidinin üstüne yerleştirdi. Bu defa yalnızca boş bir oda gördü. Pembe duvar kağıtları, ortadaki tek kişilik pirinç karyola, ve şu kapının arkasında ki, aralık kapısından elbiseler dökülen fransız usulü dolaba bakılırsa burası bir kadının yatak odası olmalıydı.

Odanın kapısı çalındı. “Babacığım içerdemisin?”. Sanki gizlemek ister gibi aynayı çekmeceye yerleştirdi telaşla ve cavap verdi “Gel hayatım buradayım”. Çocuk elinde tuttuğu küçük mavi arabayı uzatarak “Bunun daha büyüğünu ne zaman alacaksın babacığım” dedi. “Biraz daha paramız olunca tabii, ve aldığımızda da ilk iş olarak da sen ve ben içine binip gezeceğiz”, dedi çocuğun başını okşayarak. “Annem bu yüzdenmi ağlıyor”, dedi çocuk meraklı gözlerle babasının titreyen ellerine bakarak. Diyecek bir şey bulamadı bir an “Hayır sanmıyorum, haydi gidip bir bakalım istersen. Belki ona yardım etmiyoruz diye üzülmüştür”, dedi ve minik elinden tutup odadan çıkardı çocuğu. Aklı aynada kalmıştı oysa.

Kadın salatayı yapmış salondaki masaya yerleştirmişti bile. Onları görünce gülümsedi. “Haydi bakalım yemeklerimiz hazır”, dedi çocuğu kucaklayıp sandalyeye oturturken. Yemekte pek fazla konuşmadılar, Sessiz bir gerginlik vardı masada. Çoçuk “O pakette ne vardı babacığım?”, dedi sessizlikten sıkılmış görünerek. Kadın adamın cevap vermesine fırsat vermeden, masadaki boş tabakların birini alıp, hızla mutfağa gitti. Karısının ardından bakarken “Bir ayna”, diyebildi sadece. Çocuk bu cevaptan tatmin olmuş görünmüyordu “Annem niye kızıyor peki?”, “Kızmıyor tatlım, sana öyle gelmiş”, dedi ve masadan kalkıp karısının yanına gitti. “İyiyim ben, gerçekten iyiyim”, dedi müşfik bir ses tonuyla. Kadın artık ağladığını gizlemeden “Yarın doktorunu bir arasan iyi olur”, dedi. Ümütsizce “Peki, ararım” deyip salona döndü. Çocuk masadan kalkmış halının üzerine yaydığı oyuncaklarına dalmıştı. Boş masaya baktı isteksizce. Sonra bir kaç tabak alıp mutfağa döndü yeniden. “Yarın tatil” dedi. “Doktoru öbür gün ararım”. Bir şey demedi kadın, sessizce yanından geçip salona girdi ve dağınık masayı toparlamaya koyuldu. Adam bir suç işliyormuş gibi yatak odasına gitti. Çekmeceyi açıp aynayı çıkardı. Uzun esmer bir adamla, daha önce gördüğü kadın ellerini kollarını savurarak bir şeyler tartışıyorlardı. Kavga ediyorlar herhalde diye düşündü. Sonra aynayı kucağına bıraktı korkuyla, “Aman tanrım yoksa karım haklı mı? Yoksa o düşler yeniden mi başlıyor?”. Şu yaşadığı gerçekmiydi yoksa bir düşmüydü? En nihayetinde bir aynaydı şu elinde tuttuğu, yalnızca eski bir ayna. “Peki nasıl?.. Nasıl?”. Aynaya baktı tekrar, adam kadını omuzlarından tutmuş sarsıyordu, sonra hızla dolaba doğru itekledi. Kan... Dolabın parlak kapağınde kan gördü. Adam kapıyı vurup çıkmıştı. Kadın dolabın önüne yuvarlanmıştı. Sarı saçlarındaki şu kırmızı leke kandı. Yoksa ölmüş müydü? O adam kadını öldürüp hiç bir şey olmamış gibi çekip gitmişti. Aynayı sımsıkı tutup sallamaya başladı, “Bayan uyanın!”. Ama kadın kıpırdamıyordu bile. Daha şiddetli sallamaya başladı. “Uyanın...Uyanın lütfen” O sırada odanın kapısı açıldı, karısı korku dolu bir çığlık attı ve koşup aynayı adamın elinden aldı. “Sanırım o öldü”, diyebildi adam. Kadın aynayı yatağa fırlattı ve yanına oturup ellerini tuttu. Endişe dolu bakışlarla, “Kim?, kim öldü?”, diye sordu. “Adam... onu öldürdü ve gitti”, diyebildi sadece. “Kimi öldürdü?”, diye tekrarladı kadın. Birden karısının sevgi dolu gözlerini farketti . Başını kadının omuzuna dayayıp bıraktı kendini. “Sanırım haklısın doktora gitmeliyim.”

Ertesi sabah uyandığında, yanında karısını bulamadı. Saate baktı, öğlene geliyordu. Gözünü tavana dikip, kendi kendine konuşmaya başladı. “Bu bir cinayet... Onu gördüm... Kan vardı, gördüm... Zavallı kadın...”. Sıkıntılı bir şekilde kıpırdandı yatakta. “Bunlar düş değil.. Biliyorum, değil”. İçeriden karısının ve oğlunun sesini duydu.

“Anne, babam hasta mı?”,
“Hayır canım, sadece biraz yorgun. Bu yüzden sessiz olalım ki dinlenebilsin”

“Dinlenmek” diye geçirdi aklından. “Evet, belkide dinlenmeliyim. Peki ya o kadın... Belki de ölmemiştir, bayılmıştır belki de”. Hızla yataktan fırladı ve gözleri aynayı aradı. Ayna, tuvalet masasının üzerinde ters bırakılmış öylece duruyordu. Yavaşça bir adım attı ve aynayı aldı. Önce gözlerini kapadı “Tanrım, umarım ölmemiştir”, diye geçirdi içinden ve sonra aynayı çevirip baktı. Orta yaşlı, önlüklü bir kadın elindeki kirli bezle sağı solu siliyordu. Dolaba baktı, kan falan görünmüyordu. Odadaki eşyalar da yerli yerindeydiler. Sonra birden kendi yüzünü gördü. Ani bir refleks ile bir adım geri attı ve yatağın üzerine oturdu. Aynadaki yüz kendisiydi. Tuvalet masasındaki aynaya döndü heyecanla. Aynı yüz. İlk kez aynada kendi görüntüsünü gördüğünde bu kadar heyecanlanıyordu. Bunu düşünmek komik geldi. Gülümsedi. Sonra birden yüzünde ki ifade donuklaştı ve aynaya baktı yeniden. Gözlerinin altı çökmüş ve yüzü bembeyaz olmuştu. “Yorgunum” dedi yüksek sesle. “Sanırım gerçekten yorgunum”. Aynayı büyük bir özenle aldığı gibi yerleştirdi tuvalet masasının üzerindeki yerine ve dönüp yatağa girdi. İçeriden ufak tefek tıkırtılar dışında ses gelmiyordu. Uzanıp karısının yastığını kendine doğru çekti ve sarıldı. Derin bir nefes alıp yastığın kokusunu içine çekti. “Korkma ben iyiyim, sadece biraz yorgunum”, dedi fısıldayarak. “Yorgunum ve biraz dinlenince hepsi geçecek...”. Kaslarının gevşediğini hissetti. Göz kapakları ağırlaştı.

Kapıya bakıyordu. Biraz sonra kapı yavaşça açıldı ve içeri karısı girdi. “Saçların...” dedi adam şaşkınlıkla “...ne zaman boyadın?”. Kadın cevap vermedi. Kan kırmızısı bir ruj sürmüştü dudaklarına. Sonra yeni duymuş gibi, “Hayatım saçlarım hep bu renkti benim”, dedi hoş bir sesle ve gelip yatağın kenarına oturdu. Sarı dalgalı saçları, siyah elbisesinin açık yakasından omuzlarına düşmüştü. “Çok güzelsin” dedi adam, ellerini avucuna aldığı karısına. Kadın sesini çıkarmadan gülümsedi. Kıpkırmızı bir gülümseyiş... Sonra hızla yatağın kenarından kalktı ve tuvalet masasının üzerinde duran aynayı aldı. Kadın ayağa kalktığında saçından sızan kanı farketti adam, büyük bir korku duyarak. Bir şeyler söylemeye çalıştı başaramadı. Yalnızca bir elini karısına uzatmış, donup kalmıştı. Kadın aynayı korkunç bir kahkaha atarak başının üzerine kaldırdı ve hızla yere attı. Sonra adama dönüp kıpkırmızı gülümsedi yeniden. Ayna paramparça olmuştu. Artık bağırmak istiyordu, son bir gayretle zorladı kendini ve haykırdı “Neden....?”.

Gözlerini açtığında karısının şaşkın ve korku dolu bakışlarıyla karşılaştı. Hala yastığa sımsıkı sarılmış olduğunu farketti. Kan ter içinde kalmıştı. “Kabus görmüş olmalısın” dedi karısı. “Saçların...” diyebildi sadece adam. Kadın soru soran bakışlarla elini saçlarına götürdü ve gülümsedi. Sımsıcak gülümsedi hem de. Sonra “İyimisin?”, dedi eliyle adamın yanağını okşayarak. “Evet, sanırım rüya görüyordum”, dedi adam. “Evet” diye yineledi karısı “Sanırım kötü bir rüya”. Cevap vermedi adam, karısının yanağıında duran elini tuttu ve “Seni seviyorum” dedi gülümseyerek. “Ben de”, dedi kadın. “Hadi artık kalk ve giyin, sana nefis bir kahvaltı hazırladım”. Annesinin sözünü dinleyen bir çocuk edasıyla “Peki” dedi ve doğruldu yataktan. Karısı odadan çıkarken saçlarına baktı arkasından, kahverengi düz ve uzun saçları vardı kadının.

Giyinip salona geçtiğinde, kızarmış ekmeğin enfes kokusu doldu burnuna. Kahvaltı sofrası gerçekten nefis görünüyodu . Büyük bir iştahla oturdu masaya. Az sonra elinde çaylarla karısı geldi gülümseyerek. Kahvaltıda oldukça neşeliydiler. Sonra bir müddet televizyon seyrettiler birlikte. Ancak bir kaç saat sonra, çocuğun sıkıldım diye ağlamaya başlaması üzerine, kadın çıkıp biraz dolaşmayı teklif etti. Canı hiç istemedi dışarı çıkmayı. Bu yüzden “Siz gidin, ben biraz kitap okuyacağım” diyerek reddetti bu teklifi. İtiraz etmedi kadın ve çocuğu alıp çıktı.

Onlar gittikten sonra ilk aklına gelen ayna oldu adamın. Odaya gidip aynayı aldı ve hiç bakmadan salona döndü. Kanepenin yastıklarını düzeltip uzandı ve kendini görmek için dua ederek aynaya baktı. Aynaya bakmasıyla yattığı yerden fırlaması bir oldu oysa. Daha önce kadını hırpalayıp, itekleyen adam odanın içinde telaşla dolaşıyor ve belli ki bir şeyler arıyordu. Oda da ondan başka kimse yoktu. Tüm çekmeceleri tek tek açıyor ve içindekileri sağa sola fırlatıyordu. Daha fazla bakamadı ve aynayı hızla ters çevirdi. Bir müddet bir şey düşünemeden kaldı. “Hayır, bunlar gerçek olamaz. Böyle bir şeyin olması mümkün değil. Düş bunlar, evet, düş olmalı”, dedi kendi kendini ikna etmeye çalışır gibi. Bir yandan kendini kötü hissediyor. Diğer yandan aynayı çevirip bakmak için, içinde dayanılmaz bir arzu duyuyordu. Ani bir kararla çevirdi aynayı ve birden adamla göz göze geldi. Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Tanınmaktan korkan biri gibi aynayı yüzünü göremeyeceği bir yöne çevirdi hızla. Adamın da onu görmüş olabileceği düşüncesiyle ürktü birden. “Ya gördüyse...?” Sonra bunun çok saçma olduğunu düşündü. Artık kendini kontrol edemiyordu. Aynayı kanepenin üzerine bırakıp salonda bir tur attı. “Mantıklı olmalıyım” diyordu kendi kendine. “Mantıklı olmalıyım, bu yalnızca bir ayna... Peki kim bu insanlar..? Kim?”. Adamın gözleri geldi aklına ve bir ürperti hissetti yeniden. Saklanacak bir yer arar gibi çevresine bakındı. Sonra aynayı alıp kanepenin minderi ile iskeletinin arasına sakladı. “Artık beni göremezsin” dedi rahatlamış bir sesle. Heyecandan elleri titriyordu. Gidip bir sakinleştirici aldı. Koltuğa oturdu ve gözlerini kapadı. İki gündür yaşadıklarını düşündü. Sanki bir başkasının hayatına ait olaylar gibi geldi düşününce. Sanki bu beden bile ona ait değildi. Pecereye yaklaşıp, gökyüzüne baktı. Parlak bir öğle vaktiydi. Bir gün önce yağan kar donmuş ve sanki güneşle yarışımışcasına parlıyordu. Dışarısı, insanların nefeslerini görebilecekleri kadar soğuktu oysa. Aklı aynadaydı sürekli, ama dikkatini dağıtmak için damlaraki buz tutmuş suların yarattıkları garip şekilleri incelemeye ve onları değişik insan tiplerine benzetmeye çalıştı. Bir müddet sonra sıkıldı bundan ve aynayı hatırladı. Sonra odaya arkasını dönmek, tehlikeli olabilirmiş gibi hissedip, hızla geri döndü ve gözlerini telaşla odanın içinde gezdirdi. Aynadaki adam her an bir yerlerden çıkıp gelecekmiş gibi hissetmeye başlamıştı nedense. Kanepeye doğru gitti yavaşça. Elini uzattı, durdu ve sonra vazgeçti. Birden telefonun sesiyle irkildi ve açmakla açmamak arasında tereddüt etti. Telefon bir kaç kez daha çaldıktan sonra sustu. Bir daha çalmayacağından emin olana kadar bekledi ve yeniden kanepeye uzandı. Yavaşça aynayı sakladığı yerden çıkarııyordu ki kapının açıldığını duydu ve telaşla elini geri çekip, kendini koltuğa attı.

Karısı ve oğlu neşe içinde salona girdiler. İkisininde burunları soğuktan kıpkırmızı olmuştu. Çocuk koşarak babasının kucağına zıpladı ve neler yaptıklarını bir bir anlatmaya koyuldu. “Çok soğuktu, donduk” dedi karısı sonra ve “Sen ne yaptın?”, diye sordu. “Hiç, sadece biraz kitap okudum ve uzandım”, dedi dağınık kanepeyi gösterek. Sesindeki suçluluk duygusunu karısının hissedip hissetmediğini anlamak için, bir müddet durup kadının gözlerine baktı. Kadınsa bir şey demeden çocuğu da alıp üzerine değiştirmeye gitti.

Ertesi gün saatin çalan sesi ile uyandığında tüm kemiklerinin ağrıdığını hissediyordu. tatil bitmiş ve yeni bir iş günü daha başlamıştı. Karısı yine ondan önce kalkmış ve giyinmişti. Bu gün hiç işe gitmek istemediğini düşündü ve yorganı kafasına çekip uyumaya hazırlandı yeniden. Karısı içeri girdiğinde yeniden uykuya dalmıştı bile. “Hadi hayatım geç kalacaksın, uyan artık” diyerek sarstı kadın onu. Kafasını yorganın altından çıkartıp “Sanırım hastayım, telefon edip bu gün gelemeyeceğimi söylermisin” dedi yorgun bir sesle. “Neyin var?” diyerek ateşini kontrol etti kadın. “Bilmiyorum her tarafım ağrıyor, gidebileceğimi sanmıyorum” diyerek inledi. “Peki o zaman arayıp gelemeyeceğini söylerim. Ben çıkıyorum, ufaklığı kreşe bırakacağım, yataktan çıkma ve kendine dikkat et, akşama görüşürüz” deyip adamın alnına bir öpücük kondurdu ve dışarı çıktı.

Sokak kapısının kapandığını duyar duymaz, kalktı ve salona geçti ve aynayı sakladığı yerden çıkarttı. Kendi kendine “Bu gün düş görmeyeceğim”, deyip, oyalanmadan baktı aynaya. Bu defa gördüğü gerçekten sedece kendi yüzüydü. Mutlulukla gülümsedi. “Biliyordum, yalnızca yorgunluktanmış işte” diye düşünürken, karısının sesiyle irkildi. “Hasta olduğunu sanıyordum” dedi kadın gergin bir sesle. Diyecek bir şey bulamadı bir an, şaşırmıştı. “Geçti”, dedi sonra kendini toparlayıp sevinçle, “Artık düşler görmüyorum”. Kadın gelip hırsla aynayı aldı adamın elinden ve “Bu yüzen mi hasta numarası yapıyordun? “, diye sordu. “Hayır, gerçekten iyi değilim, hem ben senin..” “Gittiğimi sanıyordun değil mi?”, diye böldü kadın adamın sözünü. “Cüzdanımı unuttuğumu farkettim”, dedi ve elinde tuttuğu aynayı göstererek “Sense bu lanet olası aynayla başbaşa kalabilmek için hasta numarası yapıyordun” diye bağırdı. Artık adam da sinirlenmeye başlamıştı. Kadın hiç durmadan bağırıyor ve söyleniyordu. Oysa o sadece, artık düzeldiğini ve düş görmediğini anlatmaya çalışıyordu. Sonunda dayanamadı ve “Kes artık” diyerek kadını omuzlarından tutup sarsmaya başladı. Kadın susmuyordu, artık ne söylediğini bile duyamaz hale gelmişti. Sadece açılıp kapanan ağzını görüyordu. Sert bir hareketle omuzlarından tuttuğu gibi geriye doğru itti onu. Kadın bir anda kütüphanenin önüne yığılmış kalmıştı. Başından sızan kanı gördü...Kan...

Karısı “Hadi artık uyan, saat çalalı çok oldu”, diyerek uyandırdı adamı. Bir an nerede olduğunu algılayamadı. Yine kötü bir rüya gördüm sanırım diye düşündü ve karısına bir şey söylemeden kalktı. “Artık gördüklerimin düş mü yoksa gerçek mi olduğunu ayırdedemiyorum” diye geçirdi aklından giyinirken.

Son bir kaç gündür, bir kez olsun aynayı düşünmemişti. Karısının tüm ısrarlarına rağmen doktorunu aramamakta inat etmiş ve kendini iyi hisettiğini söylemişti. Ayna, hala kanepede sakladığı yerde duruyordu. Uykuları düzene girmiş ve rengi yerine gelmişti. Karısı aynanın nerede olduğunu sorduğunda ise, onu aldığı yere iade ettiğini söylemişti. Gerçekten de niyeti buydu. O ayna yüzünden, korkunç bir hafta sonu geçirmiş ve yılbaşı gecesi de burunlarından gelmişti. Ama bir türlü fırsat bulup aynayı karısına göstermeden alamamış ve dolayısıyla da iade edememişti. Artı dükkan sahibinin geri almak isteyip istemeyeceğini de bilmiyordu. Sonra aynayı aldığı gün aynanın lanetli olduğundan ve bir önceki sahibinin de iade ettiğinden söz ettiklerini hatırladı. Önce demek ki bende iade edebilirm diye düşünüyordu ki, bir anda “Acaba o da mı görüyodu?” sorusu beynine saplanıp kaldı. Eğer öyle ise bunlar düş değildi. Eğer öyleyse ise, belkide gördükleri gerçekti. Eğer gerçekse bu da hasta değil demekti. Karısını bunların gerçek olduğunu inandırabilirse... Bu düşünce bütün gün kafasını meşgul etti, durdu.

O gece karısı uyuyana kadar bekledi. Aynaya son bir kez daha bakmaya kararlıydı. Eğer, kendinden önceki sahibi de bir şeyler görüp, bunları düş sandıysa bu ayna da, gerçekten bir şey var demekti. Ama ne, onu bilemiyordu? Karısının uyuduğundan emin olduktan sonra yavaşça yataktan çıktı ve sessizce salona gitti. Aynayı günlerdir durduğu yerden çıkarttı. Sokak lambasının ışığından faydalanmak için cama yaklaştı. Yine kalp atışları hızlanmıştı. Boş olan elini sanki yavaşlatmak istiyormuşçasına kalbinin üzerine koydu. Biraz bekledi. Bir türlü bakmaya cesaret edemiyordu. İçinden üçe kadar sayıp, sonra bir anda bakmaya karar verdi. Bir... İki... Üç...

Boş odanın ortasındaki tek eşya olan sandalyeye oturmuş aynaya bakıyordu. Bu defa aynadaki görüntü karısına aitti. Kadın ağlıyordu. Sonra adamlar geldiler ve evdeki tüm eşyaları bir bir taşıdılar. Son parti eşya da çıkarken, karısı birkez daha dönüp gözlerine baktı ve çocuğun elinden tutup çıktı ve kapıyı da arkasından kapattı. O günden sonra aynada gördüğü tek görüntü kendi yüzü oldu. Artık gördüğü düş değil gerçekti. Gerçek bir yüz.