Pazartesi, Aralık 21, 2009

ELMA DERSEM ÇIK, ARMUT DERSEM ÇIKMA


Tarihteki pek çok konuya açıklık getiren ya da tarihte farkedemediğimiz noktaları düşünmemizi sağlayan yazı ve kitaplar genelde en çok okunanlar listesinde yer alıyor. Yenemediğimiz merak duygumuzdan olsa gerek bu tür konulara olan ilgimiz bilemiyorum. Ama zaman zaman ya bir dost sohbetinde ya da bir düşünme anında benimde aklıma takılır böyle konular.

Geçenlerde bir şeyler okurken birden bire meraklarımdan birinin neredeyse kontrolüm dışında dile gelmesiyle karar verdim bu yazıyı yazmaya. Bakalım daha neler dökülecek satırlara kendiliğinden..

Adem ile Havva'nın hikayesindeki yasak elma ile cenetten kovuluşlarını hepiniz hatırlıyorsunuzdur eminim. İşte tam bu noktada hikayenin özünden uzaklaşıp ağaçtaki elmaya takıldı düşüncelerim.

Elmanın tarihteki rolüne dair bir sürü hikaye canlandı gözümün önünde, zaten nedir bu elmanın hikmeti hiç anlamamışımdır.

- Kiminin başına düşer, dünyanın en temel kanunlarından birinin keşfi ile tarihe geçer,
- Bir ağaçtan koparılıp cenetten atılışa kadar gider,
- Bir prensesi zehirler, beyaz atlı gelene değin ölmüş süsü verdirir.

Gerçekten tarihsel bir değeri var, öyle rastgele sıradan bir meyve değil elma..

-Bir elmanın iki yarısı gibi- olunur mesela, armudun ya da karpuzun iki yarısı olunmaz. Belkide elmanın bizim bilmediğimiz kusursuz bir simetri özelliği vardır kimbilir.

Zaten elma ile armudu birbirine karıştırmamak lazım geldiği de atalarımızca ifade edilerek günümüze dek ulaşmış bir gerçektir, yadsınamaz.

Elma'nın Adem ile Havva'dan bu yana evrim geçirmemiş yagane bitki türü olduğu sonucuna da tüm bu tarihsel bulgulardan varabiliriz sanırım. Buna kimse itiraz edemez, ama renginin kırmızı olması koşuluyla... Zira tarihe geçmiş herhangi bir sarı ya da yeşil elma olduğunu sanmıyorum, ya da kimse sanmıyor, çünkü tüm bu anlatıları resimleyenler elmayı hep kırmızı boyuyorlar nedense...

Bir de hikayelerin sonunda sus payı olarak gökten düşen üç elma konusu vardır ki, anlatanın konuyu bağlamak üzere rüşvet olarak birini dinleyene, birine kendine yani anlatana, birini de hikayeyi uydurana vermesi adettendir. Bazı açgözlü anlatıcıların tüm elmaları kendine layık görmesini saymassak tabii.

Elma yanaklı olmak gibi bir fiziksel özelliği vardır bir de bazı insanların. Elmanın pürüzsüz kabuğu ve tatlı bir meyve olması sebebiyle sanırım. Tabi kırmızı olmasının ilk neden olduğunu söylemeye bile gerek yok. Ancak sadece kırmızılık yanak olmaya yetseydi domates yanaklı deyimi daha etkili bir benzetme olarak kullanılabilirdi.

Birde elmacık kemiklerimizi vardır. Elma-cık olmasının nedeni üzerinde elma yanaklarımızı taşımasından mı yoksa elmanın heybetinden yoksun ama yine de karakteristik özelliklerini taşımasından mı kaynaklanıyor çözebilmiş değilim. Ama bu isim bir elma yanak taşıyıcılığından geliyor olsaydı elma-cık değil elma-lık demek daha mantıklı olurdu herhalde.

Bir de yeni yetme kızların büyüme belirtisi olarak elmaya benzetilir bazı uzuvları ki bu konuyu eski halk türkülerini dinleyerek yeterince kavramak mümkündür.

Elma kadar dilimize yerleşmiş bir başka meyve de armuttur. Ama elma kadar tarihsel bir geçmişi olmadığından daha ziyade benzetme ve deyimlerde görev almış, yardımcı meyve oyuncu olarak akıllarda kalabilmiştir.

Örneğin -armut dibine düşer- lafı genellikle çocukların ana ya da babalarından aldıkları olumsuz benzerlikleri ifade etmek için kullanılır. İyi de armut dibine düşer de, elma düşmek için altına gelip Newton'un mu oturmasını bekler.

Elma dibine düşmeyerek şöhretin yolunu yakalamış en cin meyve midir? Yoksa bu deyim elma sever atalarımızın armuda çamur atmak için uydurduğu bir tabir midir? Özünde armudun dibine düşmekten öte özelliği olmayan sıradan bir meyve olduğu mu vurgulamak istemişlerdir.

Bu ikinci görüşü destekleyecek daha pek çok deyim bulunmaktadır. Zira bu deyimlerin çoğunda armuda olumsuz bir mana yüklenmiştir. Örneğin Armut kafalı olmak, armut gibi bakmak, armut vücütlu kadın olmak bunlardan bir kaçıdır.

Hatta armudunda elmaya yetişmek için verdiği çabalar -armudun iyisini ayılar yer- denilerek yok edilmiş. Dibine düşmeyecek kadar akıllı armutların önünü ayıların kestiği ve yok edildikleri açıkça ifade edilmiştir.

-Armut piş, ağzıma düş- deyimi yine olumsuz bir özelliği ön plana çıkartarak, çaba sarfetmeden başarı kazanmak isteyen kişilere ithaf edilmiştir. Ya da yine atalarımızın bir başka çamur atma şekli olarak armutla alay edişlerinin bir ifadesidir. Yani özetle 'Ey dibine düşmekten başka yeteneği olmayan armut! ayılara yem olmak istemiyorsan piş ağzıma düş de görelim' demenin bir başka şeklidir.

-Armudun sapı, üzümün çöpü- deyimi ise yine atalarımızın ağzından 'Öküz altında buzağı arayanlar' için söylenmiş olumsuzluk ifadesi taşıyan bir başla özlü sözdür.

Atalarımızın elma ve armut arasında yarattıkları bu haksız rekabet çocuklukta oynadığımız oyunlara bile yansıyarak, saklambaç oyununda ebenin saklananları bulamaması için 'Elma dersem çık, armut dersem çıkma' parolasını kullanmamıza neden olmuştur.

Görünüşe bakılırsa atalar ve tarih nezdinde armudun elma karşısında hiç şansı kalmamıştır. Bu nedenle olsa gerek ki, armut intikamını çok yiyenlerin bağırsaklarını bozarak almaya çalışır. Elma ise tarihsel asaletine dayanarak, başta hazımsızlık olmak üzere pek çok sindirim problemine çare olarak şifalı bitkiler ve annelerin el kitabında hakettiği yeri çoktan almıştır.

Sevgiyle
Aylin Şahin 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder