Pazartesi, Aralık 21, 2009

Denemeler IV. Bölüm

Gözlerimi açmıştım ama bedenim hala uykuda gibi ağırdı. Biraz daha uyuyacak zamanım olup olmadığını anlamak için göz ucuyla pencereye baktım. Güneş hala batmamıştı. Ama perdelere yansıyan kızıllığa bakılacak olursa akşam olmak üzereydi. Düşündüğümden daha uzun uyumuş olmalıyım. Bir ara hizmetçilerden birinin odada gezindiğini gördüğümü hatırladığıma göre evde kimse beni uyandırmayı denememişti. Sadece belki uyanacağımı düşündüklerinden perdeleri açıp gitmişlerdi. Bugün yine ona gideceğimi düşününce içimi büyük bir mutluluk kapladı. Zaten ne zaman onu düşünsem yüzüme yayılan kocaman gülümsemeye engel olamıyordum. Hayatım boyunca birine bu kadar yakın olabileceğimi hiç düşünmemiştim. Aslında başlangıçta onun bu kadar vazgeçilmez olabileceğini de hiç düşünmemiştim, şimdi ise bütün ömrümü onunla geçirmeye hazırdım. Onu tanımadan önceki hayatımda eksikliğini hissettiğim her şey tamamlanmış gibiydi. O sadece bana ait bir hazineydi. Benim hazinemdi gerçekten, hayatta zevk aldığım her şeyi benimle paylaşabilen tek insandı o. Yapmayı sevdiğim her şeyi seviyordu, yapmayı sevdiğim her şeyi onunla daha çok seviyordum.

Ben gözlerimi tavana dikmiş yüzümde bir gülümseme ile hayallere dalmışken, kapı çalındı ve Margaret içeri girdi, “Küçük hanım nihayet uyanmış, hasta mı diye merak ettim” dedi. “Hayır Margaret, hasta falan değilim, aksine çok iyiyim. Sadece bu zamansız uykunun ağırlığını atmaya çalışıyorum üzerimden” diye cevap verdim. “Acıkmış olmalısınız” diyerek elindeki tepsiyi yatağımın kenarına bıraktı.ve odanın aydınlığını arttırmak için tül perdeleri de açmaya başladı. Yaklaşık kırk, kırk beş yaşlarında olmalıydı, koyu ama seyrek saçları vardı. Çok uzun sayılmazdı, hatta hafif kilolu olduğu bile söylenebilirdi. Annemle babam evlendiğinde başlamıştı bizim evimizde çalışmaya. Annem onun ilk hanımıydı, daha önce başka bir yerde çalışmamıştı, o zamandan bu zamana da ailemizi hiç terk etmemişti. Babam ben doğduktan sonra bir bakıcım olmasına rağmen Margaret’ın benimle bakıcımdan daha çok ilgilendiğini anlatmıştı bir kaç kez. Annem öldükten sonra bana olan düşkünlüğü daha da artmıştı, hiç evlenmemişti. Tüm hayatını ailemizin bir parçası olarak sürdürmüştü. Onun bana olan düşkünlüğü beni de mutlu ediyordu. Zaman zaman bir anneymişçesine öğütler veriyor, sonra da çok ileri gitmiş olmaktan korkarak “Küçük hanım kızmıyor umarım” diye soruyordu. “Hayır” diyordum bende gülümseyerek ve o da kaldığı yerden nasihatlara devam ediyordu. Benim yaşıtlarım olan kızlardan farklı ilgi alanlarım olması ve başımda bir annenin olmamasından kaynaklandığını sandığı uçarı hareketlerim onu endişelendiriyordu sanırım. Ama dediğim gibi sınırı aşmamaya çok özen gösteriyor, bir şeyler söylediğinde nerede durması gerektiğini anlamak için sürekli yüz ifademi kontrol ediyordu. Ona hiç kızmıyordum oysa, beni ne kadar sevdiğini biliyordum, tek amacı beni korumaktı. Bu yüzden ben de bazen endişelerinin yersiz olduğu konusunda açıklama yaparken buluyordum kendimi. Böyle zamanlarda gerçekten anne-kız gibi olduğumuzu hissetsem de, bende onun çizdiği sınırı asla aşmıyor, sadece bazen kendimi tutamayıp yumuşak yanaklarını sıkıveriyordum.

Yine sağlıklı bir genç kız olmam için, özenle seçildiği belli yiyeceklerle donatılmış bir tepsi getirmişti. Muhtemelen cılız olduğumu düşünüyordu. Aslında bende akşamdan beri hiç bir şey yememiştim ve karnım çok acıkmıştı. Yataktan çıkmadan, tepsiyi kendime doğru çektim ve iştahla yemeye başladım. “Babanızın bu akşamda konukları olacak” dedi, koltuğa fırlattığım elbisemi kirlilerin yanına götürmek için toplarken. “Sence yemeğe katılmalı mıyım?” diye sordum, ağzımdaki koca lokmayı küçültmeye uğraşarak. “Bütün gün uyuduğunuza göre, belki siz de onlarla vakit geçirmekten hoşlanırsınız” diye cevapladı imalı bir şekilde. Geceleri kaçıp gittiğimi biliyor gibiydi ne zamandır, ama cesaret edip bunu yüzüme vuramıyordu. Aslında babamın konuklarından bahsetmesinin nedeni de, bir yandan kızarken bir yanda da rahatça kaçıp gidebileceğimi anlatmaya çalışmasıydı. Hem yanlış yaptığımı düşünüyor hem de mutlu olduğumu bildiğinden bana yardım etmeye çalışıyordu. “O halde biraz onlarla durup, daha sonra biraz bahçede oyalanabilirim” dedim gülümseyerek. Odadan topladığı kirlileri kolunun altına toplayıp çoktan boşalttığım tabaklarla dolu tepsiyi alıp “Siz nasıl arzu ederseniz küçük hanım” diyerek çıktı odadan.

Demek ki bu akşam ki kaçışım da sorun olmayacaktı. Zaten şimdiye dek hiç bir engelle karşılaşmamıştım. Babam kendi dünyasında, kendi arkadaşları, kitapları ile dolduruyordu günlerini. Benim ne yaptığımla öyle fazla ilgilendiği yoktu. Sadece yemekte bir araya geliyor, havadan sudan şeylerden bahsediyorduk. Açıkçası bu durumdan hiç de şikayetçi değildim. Uşağımız Albert babamın, annem öldükten sonra kendisinden başka kimseyle ilgilenmez olduğunu ve hayatı golf oynamak, kitap okumak, yemek yemek, uyumak ve arkadaşlarıyla buluşmaktan öte bir faaliyet içermeyen bir döngüye çevirdiğini söylemişti. Albert’da tıpkı Margaret gibi annemle babam evlendiğinden beri bizimleydi. Ama nedense babamın her işiyle bir tek o ilgileniyor, diğer hizmetkarları babamın kişisel hizmetine karıştırtmıyordu. Margaret bunun babamın özel isteği olduğunu söylemişti. Benim için bir problem yoktu, çünkü zaten evde iken gündüzleri ya uyuyor, ya kitabımla ilgileniyor, ya da bahçede uzun gezintilere çıkıyordum. Benim için asıl yaşam onun kollarına kavuşmak için bu evden çıktığım anda başlıyordu. O zaman kendimi özgür hissediyor, sanki evin küçük hanımı kimliğini bu evde bırakıp uzaklaşıyordum. Onunlayken küçük hanım olmak zorunda değildim çünkü. Yine içim heyecanla dolmaya başlamıştı. Bu gün yayınevine gitmiş olmalıydı ve akşama bir kutlama planlıyor olabilirdi. Bir anda mahzenden şarap aşırma fikrim aklıma geldi ve Margaret’in koltuğa bıraktığı giysileri giymeye başladım aceleyle...(28.04.2007)

Odadan çıktığımda ortalarda kimse yok gibi gözüküyordu. Herkes akşamki konukları en iyi şekilde ağırlamak için bir şeylerle uğraşıyordu muhtemelen. Böylesi benim için daha iyiydi, çünkü böylece gözükmeden mahzene inebilir ve bir kaç şişe aşırabilirdim. Merdivenleri yavaşça indim. Mahzene inen kapı hemen merdivenlerin altındaydı. Kapıyı usulca kapatıp karanlığa gözlerimi alıştırmak için biraz bekledim. Yanıma bir mum almayı akıl etmediğim için hafif bir öfke kabardı içimde. Duvara dirseğimi dayayarak tek tek basamakları inerken, az önce girdiğim kapının önündeki ayak sesleri ile irkildim. Kendimi tam bir hırsız gibi hissediyordum ve bu bana çok komik geldi bir anda. Altı üstü kendi mahzenimizden bir kaç şişe şarap alacaktım o kadar. Ama hayatı bir macera gibi yaşamak her zaman çok hoşuma gidiyordu. Sessizlik yeniden başladığında inmeye devam ettim. Aslında buraya sık sık geldiğim pek söylenemez. Çocukken beni bulmalarını istediğimde saklanmak için ideal bir yer olarak görmüş olsam da, karanlıkta tek başıma olmaktan çok hoşlanmadığım için, hep son anca vazgeçip odamdaki dolabın içine girerdim. Hatta bazen benim yokluğumu fark etmeleri o kadar uzun sürerdi ki saatlerce o dolabın içinde ter içinde beklediğim olurdu. Bir süre sonra zaten ne yaptığımı bildikleri halde, yine de sanki paniğe kapılmışlar gibi nefes nefese beni bulmuş numarası yaparlardı. O kavuşma anları çok hoşuma giderdi ama benim. Babam bana sarılır ve kucağına oturtup saçlarımı okşardı. Margaret ise ellerini sevinçle göğsünün üzerine kavuşturup babamla beni izlerdi gülümseyerek. O günleri çok özlediğimi düşündüm birden bire. Babamla o zamanlar daha yakındık birbirimize, birlikte vakit geçirirdik en azından. Neyse bunları düşünecek zamanım yoktu şimdi merdivenlerin sonundaki karanlık odacıktan dikkatli adımlarla geçip, mahzenin kapısına yöneldim. Burası oturduğumuz binadan ayrı bir bina olmasına rağmen babam evin içinden rahatça geçilebilmesi için yaptırmıştı bu kapıyı. Kapı her zamanki gibi kilitli değildi. Hiç bir zaman kilitli kapılar olmamıştı bizim evimizde zaten. Babam hiç hoşlanmazdı kilitlerden. Bende öyle. Duvardaki gaz lambasına gitti elim ama sonra yanımda onu yakacak bir şeyin olmadığını hatırlayıp raflara doğru yöneldim. Şarap içmeyi seviyordum ama, şaraptan pek anladığım söylenemezdi. Babamın saatler geçirdiği bu mahzendeki raflardan hangisinden seçim yapmam gerektiğine dair hiç bir fikrim yoktu. Rafların arasında dolaşıp üzerilerinde yazılı etiketlere bakmak istesem de bunun çok zaman kaybı olacağını düşünüp vazgeçtim. Dördüncü rafın, dördüncü sırasından başlayan dört şişeyi almaya karar verdim. Böylelikle dört dörtlük bir seçim yapacaktım. Ancak dört şişe ile görünmeden ve sessizce buradan çıkmam söz konusu olmayacak gibi görünüyordu. Bu nedenle iki şişenin yeterli olacağına karar verip, şişeleri iç eteğimin altına sokup ve iki elimle hafifçe tuttum. Bu şekilde karanlıkta merdivenleri çıkmak zor olacaktı. Ne diye şimdiden şişeleri saklıyorum ki, kapıya geldiğimde saklarım diye düşünerek, aptallığıma güldüm bir süre. Sonra şişeleri alarak geldiğimn yoldan geri döndüm. Kapının dışında ses olup olmadığını dinledim bir süre. Merdivenlerde de birileri olabilirdi. Ama sanırım şanslı günümdü ve hiç ses gelmiyordu. Şişeleri yeniden sakladım, ama bu şekilde de kapıyı açmak mümkün görünmüyordu. Yeniden bir tanesini çıkarıp koltuk altıma kıstırıp kapıyı açtım ve arkamdan kapatıp etrafı kontrol ettim hızlıca. Kimseler yoktu. Şişeleri etekliğimin altına sokup çıkartmaktan ter basmıştı gerçekten ve zaten kimse yoksa saklamaya da gerek yok diyerek odama doğru merdivenlerden hızlıca çıktım. Neyse ki kimseye yakalanmadan buraya ulaşmıştım. İki şişeyi de çıkartıp balkona saklamadan önce onları bir süre elimde tutarak akşamı hayal ettim. Çok güzel olacaktı bundan hiç şüphem yoktu. Tam o sırada kapının tıklandığı duydum. Panik halinde “bir saniye...” diye yanıt verip şişeleri aceleyle balkona bırakıp odaya döndüm ve kapıyı açtım. Gelen Margeret’dı. Konuklar gelmeden önce babamın benimle konuşmak istediğini söyledi. Sanırım biraz nasihat dinleyecektim. Acaba babam beni görmüş müydü? Şarapları çalarken ya da kim bilir belki geceleri kaçarken. Sakin olmaya çalışarak Margeret a geleceğimi söyledim ve nedense aynanın karşısına geçip yüz ifademi kontrol ettim. Olabildiğince sakin göründüğüme karar verdikten sonra, karşımda babam varmış gibi sahte bir gülümseme pozu verdim. Sanırım şimdi hazırdım. Az önce sekerek çıktığım merdivenleri, oldukça pervasız görünmeye çalışarak ağır ağır indim. Babam çalışma odasındaki her zamanki yerinde bir takım evrakları inceliyordu. Tek camlı ve bir büyütece benzeyen gözlüğünü sağ gözüne dayamış önündeki kağıt parçasına bakıyordu. Geldiğimi duyunca hafifçe başını kaldırdı ve oturmamı söyledi. Oldukça ciddi görünüyordu, ne söyleyeceğini merak etmeye başlamıştım. “Bir süre şehir dışına çıkmam gerekebilir” dedi başını yeniden kağıdın üzerine eğerek. Aslında babamın şehir dışına çıkması şaşırtıcı bir şey değildi ve çoğunluklada bunu bana bile söylemeden yapar, gittiğini evdeki hizmetkarlardan duyardım. Bu yüzden bu sefer bu kadar ciddi bir şekilde odasına çağırım söylemesine şaşırmıştım. Aslında neden gittiğini pek de merak etmiyordum, aklım bu gece yaşayacaklarımdaydı. “Tamam” diyerek sandalyeden kalkmaya hazırlanıyordum ki, babamın neden bir şey sormadığımı sorgulayan gözleri ile karşılaşıp yeniden sandalyeye yerleştim. “Şey çok uzun mu kalacaksınız babacığım” dedim, bir şey söylemem gerektiğini hissederek. “Evet” diye cevap verdi kesin bir sesle. Hafifçe başımı salladım. Ama sandalyeden kalkmamadan bir süre daha kalmam gerektiğini hissettiğim için, sessizce bekledim. “Bu defa her zamankinden daha uzun sürebilir” diye başladı babam söze yeniden. “Sahi mi?” diye sordum aptalca bir surat ifadesiyle, aslında bu beni çok ilgilendirmiyordu sanırım. “Yaklaşık 20 günlük bir gemi yolculuğu yapacağım ve ardından bir kaç gün kalıp yeniden aynı yolu döneceğim” dedi benden şaşırmamı bekleyerek. “Çok yorucu gözüküyor “ dedim ilgisizce ve “Peki nereye gidiyorsunuz?” diye sormayı akıl ettim nihayet. O da bu soruyu bekliyormuş gibi “Washington” dedi derin bir nefes çekerek. İlgilenmiyor olsam da babamın bu seyahate gönülsüz çıktığını hissetmiştim. İlgilenmiyor olsam da babamın bu seyahate gönülsüz çıktığını hissetmiştim. Neden gidiyordu acaba? Yeniden kağıdın üzerine eğilip okumaya başladığından bunu sormaya fırsatım olmamıştı. Bir anda benim varlığımı unutmuş gibiydi. Sessizce kalkıp odadan çıktım. Neyse ki konuşma akşamki toplantı ile ilgili değildi, babamın kafası da oldukça meşgul görünüyordu, bu da demekti ki akşam için bir sorun olmayacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder