Pazar, Mart 01, 2009

Ah bu işyerleri (2)

Bilgisayar-amir-memur üçgeninde temel olarak üç çeşit ilişki söz konusudur. Bunların ilki bilgisayar bligisi zayıf amir ile bilgisayar bilgisi güçlü memurdur. Bu ilişki ilk bakışta bilgisayarcı açısından parlak gibi gözükebilir. Çünkü bu tip bir amiri karmaşık cümlelerle pek çok şeye ikna etmenin mümkün olduğu düşünülebilir. Ama çarklar her zaman bilgisayarcı lehine dönmez. İşte bu türden zamanlarda amire dert anlatmak bilgisayarcı için deveye hendek atlatmaktan daha zor olabilir. Örneğin daha önce bilgisayarcıdan kaynaklanan bir hatanın karmaşık cümlelerle örtbas edilebildiğinden bahsetmiştik. Ancak bir de amirin yapılmasında ısrar ettiği fakat bilgisayarcı için gerçekten zaman ve efor isteyen bir işin yapılması konusunda geçerli bahaneler bulmak neredeyse o iş için harcanacak efor kadar güç sarfetmeyi gerektiren bir demogojiye dönüşebilir. Çünkü kendini kurtarmaya yarayan karmaşık cümleler bu defa amirine geçerli gösterilmesi gereken bahanelere dönüşeceğinden daha açıklayıcı ve ikna edici olmalıdır. Ancak bilgisayar bilmeyen bir amre ne kadar gerçekçi olursa olsun imkansızı anlatmak bilgisayar terimleri ile mümkün değildir. Bunları onun anlayacağı seviyeye indirmek için bilgisayarcının oldukça geniş bir hayal gücünün, sabrının olması ve destekli atması gerekir.

Renkli kartuşların henüz icad edilmediği ve dotmatrix olarak tabir ettiğimiz büyük ve gürültülü bir şerit yardımıyla aldığı bilgileri kağıt üzerinde yazan yazıcıların olduğu dönemlerde büyük bir holdinge ait bir petrol şirketinde çalışıyordum. Henüz Bill Gates Windows 95'i piyasaya çıkarmamış DOS tabanlı programların yaygın oldugu bir dönemdi. O dönemde yeni kullanılmaya başlanan ve çok pahalı olan lazer yazıcılar şirkette ancak bir kaç kişide bulunuyordu. Söz konusu petrol ve petrol sahaları olunca; saha raporları, fizibilite raporları basabilmem için benim de bir lazer yazıcım ve Windows for Workgroups yüklü bir bilgisayarım vardı. O dönem için fiziksel açıdan oldukça donanımlı bir elemandım. Fiziksel açıdan diyorum çünkü bahsi geçen iş yerim ilk tecrübemdi. Henüz bilgisayar hakkında öğrendiğim “bilgi”lerimi “sayar” bir kişi düzeyine gelememiş olsam da, sekreter olarak göreve başladığım bu işyerimden o dönem için oldukça iyi bir operatör olarak mezun olacaktım. Bir müddet genel sekretaryada işi öğrendikten sonra asıl görev yerim olarak geçtiğim petrol şirketinde bütün amirlerim yıllarca TPAO’da görev yapmış devlet memuru zihniyetinden yeni kurtulmuş, alanlarında uzman jeolog ve petrol mühendisleriydi.

Operatörlüğümün doruklara ulaşmasına neden olan o dönemde sahip olduğum fiziksel donanım, alanındaki başarısını şirkette tüm raporları yazıyor olmaktan edindiğim engin petrolcü bilgimle bile ölçemeyeceğim Kıdemli Uzman Jeolog (KUJ) gibi hala şaşırdığım bir ünvana sahip Yasin Bey’in kıdemsiz bilgisayar uzmanlığı yüzünden sürekli başıma dert oluyordu.

Yasin Bey, Kazakistan'da işletilmesi düşünülen petrol sahaları için fizibilite raporları hazırlıyor ama raporlarda milyonlarca dolarlık hesaplarla değil de nedense çizgilerle ilgileniyor, çizgilerden arta kalan zamanlarında ise raporların asıl konusu olan maliyet hesapları ile uğraşıyor ama bir türlü sonuçları tutturamıyordu. Çünkü gelirden gelir çıkarılarak kar hesaplanamayacağını anlatmaya çalıştığım amirim her karşısına dikildiğimde kırmızı kalemlerle özenle çiziktirdiği raporları elime tutuşturup çizgilerin kalınlıklarını değiştirmemi istiyordu. Günlerce aynı rapordaki tabloların çizgilerini bir kalınlaştırıyor bir inceltiyorduk. O sıralar daha yeni keşfediyor olduğum MS Excel de tablo yapmayı onun sayesinde doğuştan biliyormuş kadar öğrenmiştim. Tablonun bir satırı kalın çizgili bir satırı ince çizgili olsun diye tek düze hayatımız oldukça çizgilenmiş, hatta çizik içinde kalmıştı. Bu kadar çizgili bir hayat en sonunda benimde çıldırmama sebep olmuş, istifa mektubun ekine çizgileri ile oynanmış yüzlerce sayfa eklememe neden olmuştu. Kabul edilmeyen istifamın ekindeki çizgiler yüzünden ziyan olmuş yüzlerce kağıt ise hiç beklemediğim bir şekilde Yönetim Kurulu odasını boylamış ve Yasin Bey’in hazin sonunu hazırlamıştı. Aslında kendi kariyer çizgime çekmek istediğim bir çizgi maalesef hedefi şaşırmış ve amirimin kariyer çizgisinde derin bir kesiğe yol açmıştı. Neyseki böyle bir olaya sebep oluşum yüzünden duyduğum vicdan azabı 6-7 ay sonra yine anlamadığım bir sebepten Yasin Bey’in şirkete geri dönmesi ile sona erdi.
Aslında çok hoş sohbet ve tatlı bir insan olan Yasin Bey nedense bilgisayala ilgili bir iş söz konusu olduğunda Dünyayı Kurtaran Adam gibi davranmaya başlıyor ve maalesef ilginç istek ve teorileriyle dünya üzerindeki insanları olmasa bile içimdeki insanlığın yok olmasına neden oluyordu.

Bir keresinde kendisine o döneme ait son model lazer yazıcı ile bile son satırı kırmızı basamayacağımızı anlatmak için saatler harcamıştım. Bir tülü anlamıyordu nedenini, sanırım elimizdeki lazerin şu bilim kurgu filmlerinde dünyayı ele geçirmeye yarayan lazerle aynı şey olduğunu sanıyor, sanmakla da kalmıyor illa olsun istiyordu. Ekranda kırmızı görünebilen bir satır bu muhteşem alet sayesinde nasıl oluyorda sadece siyah olabiliyordu canım. Ah Yasin Bey’ciğim bugün birlikte çalışacaktık ki ben size gökkuşağı gibi rengarenk raporlar basabilecektim, ama ne çare ki kısmet değilmiş.

Bilgisayarla direkt ilgili olmasa da Yasin Bey ile yaşadığım bir diğer ilginç anıyı da burada anlatmadan geçemeyeceğim. Şirketin Azerbaycan’da bulunan ortakları önemli bir gündemi görüşmek için apar topar Ankara’ya gelmişler ve ayaklarının tozu ile geldikleri toplantı odasında Yasin Bey’in Genel Müdürümüzün isteği üzerine kağıda karalayacağı gündemi bekliyorlardı. O kadar acil bir durumdu ki Genel Müdürün gündemin bilgisyarda yazılıp çoğaltılmasına bile tahamülü yoktu. Ama Yasin Bey’di bu durur mu sekiz, dokuz maddeden oluşan gündemi bir çırpıda yazmış ve bilgisayarda temize çekmem için bana getirmişti. Bende hiç oyalanmadan batının en hızlı klavye kullanan kovboyu olarak hazırlamış, katılımcı sayısı kadar çoğaltmış, işini yapmış birinin haklı gururu içerisinde gülümseyrek Yasin Bey’e uzatıyordum. Ama Yasin Bey kendinden bekleneni yaparak bir hata olmaması için dikkatle kontrol ettiğim bir sayfa yazıyı eline alarak, meşhur kırmızı stabilo kalemini cebinden çıkarmış şaşkın bakışlarıma aldırmadan bir şeyler karalamaya başlamıştı. O kadar emindim ki hatasız yazdığımdan ne yaptığını anlamak için eğildiğimde artık şokun başlangıcındaydım.

Yasin Bey içeride bekleyenleri hiç umursamadan gündem de yer alan şirket isimleri, Azerbaycan ve Türkiye ifadelerine eklenmiş takılardan yer alan bütün üstten ayıraçları (apostroph) hiç üşenmeden tek tek çiziyordu. Kağıt üzerinde kan gövdeyi götürürken, kanım beynime çoktan varmış, gözlerimi bile bürümüştü. Bir tek ağzım kilitlenmişti “Peki ya içeride bekleyenler..” diyebilmiştim sadece..

Kendine güvenle kafasını kağıttan kaldıran Yasin Bey, gözlüklerini burnunun üzerine düşürerek özel isimlere gelen takıların ayıraç ile ayrılmayacağını hiç anlayamadığım bir mantık zinciri içerisinde sakin sakin açıklamaya başladığında artık kendimi alacakaranlık kuşağında gibi hissetmeye başlamıştım. Ben uzayda bir ilkokula mi gitmiştim de acaba bunları hiç duymamıştım. Kafamdan ışık hızıyla geçen, bir seri Yasin Bey cinayetleri fantezisi, toplantı odasının kapısını hışımla açıp nerde bu gündem diye kükreyen Genel Müdürümüzün sesiyle yarıda kalmıştı. Benim bön bön baktığımı gören Genel Müdür Yasin Bey’in yanına gelip elindeki kağıtları almış ve yürekten bir ya sabır çekerek toplantı odasına geri dönerken Yasin Bey’de sanki hiç bir şey olmamış gibi bana el sallayıp peşinden odaya daldı.

Artık Yasin Bey hakkında delil toplama zamanı gelmişti, acayip hırs yapmıştım. O andan başlayarak karaladığı her kağıdı çekmecemde saklamaya başladım. Hatta benden geri alacağını bildiklerimin fotokopisini çekiyor ve çekmeceme yığmaya devam ediyordum. Bir ayda elimde beş top A4 olacak kadar karalanmış kağıt birikmişti... Artık yeterli delilim olduğuna inancım yeni oluşmuştu ki, Yasin Bey’in beni çıldırtıp tansiyonum düşmesine ve geçici şuur kaybına uğramama neden olup arkasından bir küp şeker ve su bardağı ile gelip sırıtarak “Hadi bunu iç düzelirsin sonra da işimize bakalım..” demesi ile bende ipler kopuverdi. Bir sayfa istifa mektubu ve Beş top A4’ümü kucakladığım gibi personel müdürünün yanında aldım soluğu. Ama o kadar ağlıyordum ki adamcağız ne dediğimi bir tülü anlamıyor elinde bir kucak dolusu kağıt ile karşısında ağlayıp duran bana öylece bakıyordu. Aslında söyleyeceklerimi çok güzel planlamıştım hemde günlerce, ama maalesef söylemem gerektiği anda ağzımdan ve burnumdan boşalan sular yüzünden (ki bu planda yoktu) konuştuklarımdan bir şey anlaşılmıyordu. Yine bir bardak su ile olaya çözüm bulan personel müdürü bir de küp şeker ikram ederek “Hadi bunu iç düzelirsin...” demediği için ne kadar şanslı bir adam olduğunu hiç bilemedi tabi. Sonrası daha önce anlattığım gibi hazin bi hikayeye dönüşen bu maceraları şimdi gülümseyerek hatırlamamı sağlayan Yasin Bey umarım sağlıklı ve mutlu olarak yaşamına devam ediyordur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder