Pazar, Mart 01, 2009

Ah bu iş yerleri (1)


İKİNCİ BÖLÜM

İnternet Uzmanı olmak “bilgisayarcı” olmanın alt başlıklarından biridir. Ancak her “bilgisayarcı” İnternet Uzmanı olmadığı halde her İnternet Uzmanı bir “bilgisayarcı”dır gerçeğini mesleğime saygım açısından (!) burada ifade etmek durumundayım. Daha açıklayıcı olması açısından bunu her kadın anne değildir ama her anne kadındır gibi manasız bir örnekle desteklemek istedim yeniden. Tabi bu konu üzerinde bu kadar hassasiyetle durmamım sebebi yaptığım iş olduğu söylememe gerek yok sanırım.

Çeşitli ortamlarda İnsanlar ne iş yaptığımı sorduklarında öncelikle “webmaster” diyor, kişilerin surat ifadesindeki boşluğu gördüğümde ise “internet uzmanı” diye düzeltme yapsamda, içlerinden “ne yaparki bu” dediklerini gösteren “haaa!” ünlemini duyuyorum. Onlar bilmediklerini göstermek istemedikleri için sormadıklarından bende anlatmaya üşendiğimden konu kapanıyor ve bir daha işimle ilgili sorular sormuyorlar ya da kısaca “bilgisayarcı”yım deyip geçiyorum. Öyle söyleyince herkes anlıyor çünkü.

Düşünsenize “bilgisayarcı” deyince benim kafamda, raflarında bilgisayarlar bulunan bir dükkan canlanırken onların kafasında benim gibi biri canlanıyor. İhtiyacı olan olursa “Algıda Farklılık”ı gösteren çok iyi bir örnek bence.

Bazen de işimin kapsamını anlamış konu hakkında bilgili dost ve tanıdıklar çocuklarının ödevleri – biliyorsunuz artık okullarda bilgisayar derslerine konu oluyor internet - , ben bu işi kaparsam çok para kazanırım hevesleri, ay bende kendime ait bir sayfa yapayım internette yerim olsun şeklindeki düşüncelerle benden ricalarda bulunuyorlar. Aslında yardım etmeye ve öğretmeye hevesli kişiliğim bu tekliflerin olur olmaz zamanlarda yapılması nedeni ile biraz zarara uğrasa da yinede elimden geldiğince kimseyi geri çevirmemeye çalışıyor isteyen herkese bu işi öğretmeye hazır olduğum sinyallerini veriyorum.

Aslında bu işi şu ya da bu sebeple yapmak isteyenler çok da haksız sayılmazlar. Çünkü bence internet insanın önüne gerçekten yeni bir dünyanın kapılarını açıyor. Bir kere herşeyden önce kendinizi özgürce ifade edebileceğiniz, sınırları olmayan, cinsiyet, millet, dil, din, ırk, boy, pos ve insana dair fiziki veya coğrafi hiç bir ayrımı olmayan koskoca bir dünya burası. Yani tam da gerçekte olmasını istediğimiz gibi.. Tabi ki burada internetin avantaj ve dezavantajlarını tartışmak değil amacım. Özetleyecek olursak iletişimin ve ifade özgürlüğünün oldukça zayıf olduğun günümüzde kendimizi ifade etmek için bulabileceğimiz en iyi araç olduğunu düşünüyorum.

Artık her türlü uygulamanın internet tabanlı yapılarak kişilerin yerlerinden kalkmadan pek çok işlerini halletmelerini sağlayan sistemler çağdaşlığın bir gereği olarak görülüyor. Bu nedenle kurumlar hizmetlerini mümkün olduğunca hızla yaygınlaşan internet kullanıcılarına ulaştırmak için çaba sarfediyorlar. Peki bu çabanın esas emekçileri olan bizler daha önce anlattığım “bilgisayarcı” olma sendromu içerisinde neler yaşıyoruz hiç düşündünüz mü?

Bilgisayarcı şeytan üçgenin ilk kenarı olan amir bilgisayarcı ilişkileri tarafların blgisayar bilgilerine göre kendi içinde bölümlere ayrılır.

Bu ilişki çeşitlemeleri amir ve bilgisayarcının kişilik özelliklerine göre dallanıp budaklanıyor olmasına rağmen biz sadece bilgisayar konusunda budaklanmış kısmı ile ilgileneceğiz.

İşyerlerinde kodaman takımı olarak tabir edebileceğimiz amirler de aynı biz alaylı bilgisayarcılar gibi, ya bilgisayarı sonradan öğrenmişler ya da hali hazırda öğrenme aşamasında olan kişilerden oluşur. Tabi burada ben bilgisayar bilmeden de işlerimi götürebilirim sınıfına dahil olan bir takım kendinden emin amirleri de unutmamak gerek.

Bir amirin astını denetleyebilmesi yetki alanındaki her işten az da olsa anlaması lazım tezinden yola çıkarak bu kişiler zaman zaman olmayan bilgisayar bilgilerin örtbas etmek için çeşitli yöntemlere başvururlar. Bunlar pek bilimsel olmamakla beraber, tamamen amirin artistik ve politik yetenekleri ile doğaçlama üzerine geliştirilmiş yöntemler olduğundan burada ancak örneklerle anlatabilecek ve sınıflara ayıramayacağım.

Bilgisayarların şirketlerde ilk yaygınlaştığı dönemlerde çalışanlar amirleri tarafından geliştirilen şirket politikaları gereği pek çok işi kağıt kalem ve daktilodan vazgeçerek bilgisayarda yapmak durumunda kaldılar. Bu dönemleri bizzat yaşayıp görmesem de anlatılanlardan hatırladığım bir kaç anıyı yeri geldikçe sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kağıt kalem ve dosyalama iş oldukça yoğun bir kamu kuruluşunda görev yapan bir tanıdığım kuruluşun elindeki bütün bilginin bilgisayarlara aktarılması konusunda aldığı karar doğrultusunda, öncelikle çalışan-bilgisayar ihtiyacı denklemini çözmüş ardından gerekli alt yapı ve donanımı hazırlamış ve sıra çalışanlara bu hizmetin tanıtımı ve sunumu aşamasına gelinmiştir. Ancak var olan tüm bilgiyi bir arada takip edebilmek için geçmişe dönük epeyce bir bilgiyi de bilgisayara işlemek gerekmiştir. İşin planlama aşamasında bilgisayarın herşeyi kendi başına yapabileceğini sanan çalışanlar bu bilgileri kendilerinn sisteme gireceğini öğrenince oldukça büyük tepkiler vermişlerdir. Çünkü daha önce kağıt kalem ve daktilo ile yazmış oldukları raporlar, finansal değerlerin şimdi tek tek bir yazılıma işlenmesi gerekmiştir. Belgelerin çoğunun fizibilite raporlarından oluştuğu bu kurumda tüm sistem tamamlandıktan sonra bile uzun bir süre kimse bu işi yapmaya yanaşmamış ve bilgilerin sistemlere aktarılması raporların hazırlanmasından bile daha uzun bir zaman almıştır. Bu arada çalışanların kafasında oluşan bilgisayar imajı ayaklar altına düşmüş, bu teknoloji harikasının sadece kendilerine eziyet olduğunu düşünen kurum çalışanları muhtemelemen gelecek nesillerine bilgisayar hakkında aktaracakları kötü anılara sahip olmuşlardır. Bu arada bu sistemi kuran ve işletmekle yükümlü bilgisayarcı arkadaşlar kurum çalışanları tarafından yönetim yanlısı, istenmeyen kişiler olarak ilan edilmiş ve yıllarca bu kara leke ile çalışmak zorunda kalmışlardır. Bilgisayarlarda oluşan en ufak bir arızadan hatta elektrik kesintilerinden doğan bilgi kaybından bile sorumlu tutularak psikolojik işlkenceye maruz bırakılmışlardır.

Bu tür ortamlarda bilgisayarcı olmak gerçekten zordur. Bir tarafta kararlar alıp uygulanmasını isteyen amirler, diğer tarafta yıllardır alışmış oldukları çalışma sistemini ve rahatlıklarını bozmak istemeyen çalışanlar ve tabi arada kalan biz bilgisayarcılar. Her iki tarafında bilgisayar bilgisi zayıf olan bu çeşit ilişkilerde bilgisayarcı, sistemi amirinin uygun gördüğü şekilde kurmak, ayakta tutmak, bilgisayarları kullanıcıların ve virüslerin azabından korumak, kullanıcıları da bilgisayarın ne kadar faydalı eserler olduklarını anlatmaya çalışmak gibi pek çok görevi bir arada yürütmek zorunda kalırlar.

Neyseki günümüzde artık kullanıcılar bilgisayarlara alıştılar en azından kendi başlarına açıp kapatabiliyor, “enter” dediğinizde klavyedeki hangi tuşu kasttetiğinizi üç saniye içinde anlayabiliyorlar.

Bir bilgisayar şirketinin destek hattını mouse pad’i bittiği için faremi hareket ettiremiyorum diye arayan bir kullanıcının aradığını, bir başka yazılım destek görevlisinin bir kullanıcıya telefonda yeni bir pencere açın dediğinde kullanıcının kalkıp odanın pencerelerini açtığını ve birinin de fareyi televisyon uzakta kumandası gibi kullanarak bilgisayarda işlem yapmaya çalıştığı ve benzeri pek çok anı okumuştum. Eğer telefonda müşteri desteği veriyorsanız gerçekten bu tür olaylar yaşamanız kaçınılmaz oluyor.

Benim gözlemlediğim ve yaşadığım kadarıyla kullanıcıların ilk sözü genellikle “Bu sistem hata veriyor” oluyor.


Bir keresinde bağlı olduğum kurumun isteği üzerine müşterilerin internet üzerinden dolduracakları bir form hazırlamıştım. Formu hazırlayan ben olduğum için müşteriler de sorun yaşadıklarında beni arıyorlardı.




Türkiye’de bilgisayarcı sayısının bugune nazaran daha az olduğu dönemlerde çalıştığım bir şirkette, sanki hepimizin bilgisayar denen aletin başında döktüğümüz terler yetmezmiş gibi, çok sayın genel müdürümüz ülke sınırları dışına hiç taşmamış ve taşmayacak bir hizmet sunan şirketimize Türkçe’nin “T”sini bilmeyen yabancı uyruklu bir Bilgi – İşlem Sorumlusu almıştı. Yeni arkadaşımız bize tanıştırılmak üzere katları dolaştırılırken herkes koridorlara çıkmış şaşkın şaşkın çocuğa bakıyordu. Ne de olsa o bir yabancıydı ve üstelik hiç Türkçe bilmiyordu. Daha tanıştırılma aşamasında bile, bir grup “Ulan olm şimdi bu bişey sorar da cevap veremessek!” telaşına düşmüş, aklından okul yıllarında öğrendiği bir kaç kelime ve kalıbı hatırlamaya çalışıyor, diğer bir grup ise masaların başında kümeler oluşturmuş, tanışma sırasında söylenecek kelimelerin muhasebesini yapıp ellerinde ki Türkçe-İngilzce sözlükten yararlanarak cümleler yazmaya çalışıyordu. Okul yıllarında hazırlık okumuş İngilizce’sine güvenen arkadaşlarımız ise bilgisayarlarının başından hiç kalkmıyor ve durumu umursamıyor davranışı içerisinde yan gözle bizleri izliyor ama İngilizce bilmeyenler grubuna dahil olmamak için yerlerinden kalkıp yanımıza gelemiyorlardı. O gün şirkette gerçekten büyük bir değişim yaşanmış hepimiz İngilizce’mizi gözden geçirmiş ve birden bire bütün bilgisayarlar sorun çıkarmadan çalışır duruma gelmişti. Hatta bir türlü susmak bilmeyen Bilgi İşlem telefonu uzun bir süre çalmamak üzere derin bir sessizliğe gömülmüştü. Bilgisayar ve İngilizcesi kıt çalışanlara Türkçe bilmeyen bir Bilgi-İşlemci almak gerçekten bir deha ürünüydü sanırım. Zavallı bilgi-işlem sorumlumuz bütün gün odasında tek başına oturuyor koridora çıktığında ise etrafındakilerin kendisine her rastladıklarında “hello, how are u?” demelerinden başka bir şey duymuyordu. Muhtemelen bu ortam içinde o da bırakın Türkçe yi öğrenmeyi, bildiği İngilizce’yi bile unutmuştu. Ama bu arada hepimiz bir sorunla karşılaştığımızda artık ağlayacak kimseyi bulamadığımızdan ve engin İngilizce’mizi ziyan etmek istemeyişimizden başımızın çaresine bakmayı öğrenmiş ve canavar gibi birer bilgisayarcı olmuştuk. Hatta kendi sorunlarını diğerlerinden daha başarıyla çözen arkadaşlar yan masaların sorunlarını da halleder hale gelmişti. Bizim yabancı Bilgi İşlemcimiz ise bir sene boyunca sorumlu olacak bir iş bulamayınca, yabancı uyrukluların daha yoğun görev yaptığı başka bir sektöre geçmiş ve bir daha da bizi ne arayıp ne sormuştu. Bundan sonra ne mi oldu? Damarlarında asil Türk kanı dolaşan yeni bilgi işlemcimizin gelişiyle hepimiz yeniden bir sürü sorun yaşamaya başladık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder