Pazar, Mart 01, 2009

Ah bu iş yerleri (3)

Alaylı bilgisayarcılığımın alaya alınacak ilk zamanlarında Ticari Paket üreten bir yazılım şirketinde işe başlamıştım.

Bilmeyenler için söylüyorum Ticari Paket Program işletmelerin günlük ve dönemlik tüm hareketlerinin bilgisayar üzerinde takip edildiği programlara deniyor. Bu ve benzeri bilgisayar programı üreten firmalara ise yazılım şirketi.

Bu başlangıç ciddi olarak bilgisayarlarla ilgili tarihimin temel taşı idi. Öyle çok bir şey bilmiyordum. Daha önce bahsettiğim Yasin Bey sayesinde hatmettiğim MS Office Yazılımları dışında bir alt yapım yoktu. Şirketin sahipleri ODTÜ Endüstri Mühendisiliğinden mezun bir karı-kocaydı. Necati bey bilişim piyasasında oldukça etkin bir karakterdi. Bu şirkette yaşadıklarım ve öğrenciklerim bugünkü meslek hayatımın oluşmasını sağladı.

İşe alınma sebebim DOS tabanlı olarak çalışan ticari paketin “Yazılım ve Dokümantasyon Sorumlusu” olmamdı. Bunun anlamı yazılımın uzun süredir piyasada olmasına rağmen yazılmamış kullanım kılavuzlarını yazmak ve yazılımın testlerini yapmaktı. Evet program satılıyor ve yoğun bir şekilde de kullanılıyordu, ama test ve dokümantasyon gibi bazı temel eksiklikleri vardı işte. Bunları tamamlama görevide nacizane bana verilmişti.

Yazılım testi gerçekten zevkli bir işti. Ne de olsa işin özünde başkalarının yaptıkarı hataları bulmak ve bunu onların yüzlerine vurmak ve dahası bunun için bir de maaş almak vardı. Sağolsun şirketteki yazılımcı arkadaşlar hep bana iyi davransalar da eminim didik didik testler yaparak bulduğum hataları gördükçe ırkıma sevgilerini yolluyorlardı. Hata olarak değerlendirdiğim durumları kurumiçi kullanılan bir Hata/İstek veritabanına giriyor ve yazılımın her fonksiyonunu tek tek test ediyordum. Tabi bunu yapabilmek için öncelikle gerçek ya da gerçeğe yakın işletme senaryoları bilmek, belirli verileri yazılıma işlemek gerekiyordu. Cari, çek-senet haraketleri nedir bilmeyen benim gibi biri için bunları öğrenmek, eğitim aldığım işletme bölümünün aslında ne kadar yüzeysel bilgilerle bizi doldurduğunu anlamama neden olmuştu. Burada öğrendiklerim sonucunda işletmenin aslında dört yıllık bir bölüm değil sadece master bölümü olması gerektiğine inancım kuvvetlendi. Şirkette teori olarak bildiğim işletmelerin gerçek hayatta nasıl olduğunu, muhasebenin te cetveli ve 100 Kasa, 120 Alıcılar, 320 Satıcılar gibi hesaplardan çok daha derin olduğunu keşfettim. Dahası sadece hesap kodlarından oluşan özel bir dille muhasebecilerle nasıl konuşulacağını ve muhasebecilerin alışkanlıklarını ne kadar zor değiştirebildiklerini öğrendim.

Test ettiğim ilk modül stok modülü idi.

Yazılımlarda belirli bir işlemin yürütüldüğü bölümlere (örn. Banka,, kasa, bordro vb) modül deniyor. Bunun ay modülü vb bir takım uzaysal terimlerle bildiğim kadarı ile bir bağlantısı yok.

Yazılıma pek çok stok hareketi girip, raporların doğru çalışıp çalışmadıklarını kontrol ediyordum. Mal alıyor, mal satıyor, fatura kesiyor, iade ediyordum. Zevkliydi çünkü bu iş bana bir çeşit strateji oyunu gibi gelmeye başlamıştı. Test amaçlı girdiğim tüm harteketler belirli bir mantık zinciri içinde işlemeliydi ki, gerçek bir firma gibi davranabileyim. Tabi test sadece olağan kullanım kriterlerinden ibaret değildi. Yazılımın sağlamlığının testi için son olarak imkansızları denemek gerekiyordu. Olmayacakları yapmaya çalışmak. Zaten işin özünü öğrenene kadar benimde tek yaptığım buydu.

Bütün modülleri test edip yazılımı gözüm kapalı kullanabilme aşamasına geldiğimde, titrimde yer alan ismin ikinci bölümü başladı. Dokümantasyon...Şimdi ezbere bildiğim bu yazılımı ekran resimleri ile birlikte, hiç bilmeyenlere öğretmek üzere yazmam gerekiyordu. İşte bu kısım pek eğlenceli değildi. Yazılımı hiç bilmeyen bir kullanıcının, sadece benim yazıklarımı okuyarak programı kullanması gerekiyordu. Bu dünyayı kurtarmak gibi bir şeydi ama ne yazık ki tanıdığım hiç bir kullanıcı (ben dahil) uzun uzun yazılmış kullanım kılavuzlarını okuyacak kadar sabırlı olmadığı gibi, pek çoğu sorarak öğrenme, deneme yanılma, destek hattı arama gibi daha iletişimsel yollara başvurduğundan, bunca emek edilen kılavuzlar sağda solda sürünüp en sonunda çöpü boyluyordu. Ama ben o zamanlar yazılım repertuarı zengin olmayan bir arkadaş olduğumdan bu acı gerçeğin farkında değildim. Bu yüzden kendimi kahraman gibi hissediyordum.

O dönemde bağlı olduğum şefim Nilsu yıllardır bu şirkette yazılımcı olarak çalışan, alanında ve ticari mevzuat hakkında alt yapısı zengin biriydi. Eminim şirketin müşterisi olan firmaların işleyiş ve yapısını o şirketlerin Genel Müdür’lerinden bile daha iyi öğrenmişti. Çünkü şirkette sadece standart paket yazılımları üretilmiyor, müşterilerin taleplerine göre özel yazılımlar oldukça dolgun fiyatlar karşılığında hazırlanarak yazılımlara entegre ediliyordu.

Standart Paket Yazılımı : Kutusu ile vitrinden aldığınız ve her kutuda aynısı olan bilgisayar programları

Aynı türden ek yazılım taleplerinin çoğalması durumunda bu eklentiler standart pakete dahil ediliyor ya da "zaten burada yapılmışı var" mantığı ile diğer firmalara satılıyordu. Nilsu daha çok işin bu özel yazılım kısmıyla ilgilendiği için firmaları çok daha iyi analiz edebiliyor ve ihtiyaçlarına göre yönlendirebiliyordu. Müşteri desteği için de özel bir bölümü olan şirkette bu tür özel yazılım talepleri olduğunda kullanıcı desteğini de yine yazılımcılar vermek zorunda kalıyordu. Destek birimi sadece standart paket ile ilgili telefonlara yanıt veriyor yada yerinde eğitim ve destek hizmeti veriyordu. Yani bir çeşit evlere servis gibi...

Bende işin dokümantasyon kısmına geçmeden önceki test aşamasında Nilsu’dan gerçekten çok şey öğrenmiştim.İş yazmaya geldiğinde bana kullanım kılavuzu yazmanın acı ama en temel gerçeğini en başından açıklamıştı “Kullanıcının embesil olduğunu düşünmelisin”. İlk söylendiğinde kulağa çok itici gelen bu cümle ne yazık ki pratikte çok doğruydu. Çünkü yazılım üzerinde yapılan işlemler sırasında, yazmayı unuttuğunuz “Şimdi enter/return tuşuna basınız” cümlesi kullanıcının kaydı ekrana girip saatlerce bir şey olacak diye beklemesine neden olabiliyordu. Netekim “bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” olduğundan, yazılımı satın alan kullanıcılar benim yazdıklarımı okuyarak öğrenme sorumluluğunu da almış oluyorlardı. İlk satış sonrası firmalara eğitimler veriliyordu, verilimesine ama koca yazılımı bir anlatışta toparlayacak ve başına geçip takır takır kullanacak babayiğit çok fazla çıkmadığından, müşteri firma çalışanları kullanım kılavuzlarını tozlu raflardan indirmek durumunda kalıyorlardı. Çünkü şirketimizden telefon desteği almak öyle bedava bir hizmet değildi.

Tüm bu nedenlerden dolayı bir yıl boyunca hayatımı kaydıran kullanım kılavuzu yazma işi A4 boyutunda (bir dosya kağıdı) dokuz cilt bir ansiklopedik seriye dönüştüğünde artık benim için birer “kıllanım kılavuzu” haline gelmişler, titrimi de “Yazılım Dokumantasyon Sorunlusu” olarak anmama sebep olmuşlardı. Yani yazarının bile kim olduğu bilinmeyen bir ansiklopedi yazmıştım tam 365 günde. Yazmakla da kalmamış tüm kılavuzu matbaanın istediği formata çevirmiş, dizgisini yapmış ve hatta günlerce matbaa da mesai yaparak önbaskı, kapak tasarımı ve benzeri bilimum işin peşinden koşmak zorunda kalmıştım. İşi zamanında bitmezse Necati Bey bu iş için harcadığı parayı maaşımdan kesmekle tehdit ediyordu beni. Yapar mıydı bilmiyorum, ama sinirlendiğinde çalışanlarına masasındaki bilimum kırtasiye malzemesini fırlatma kabiliyetine haiz bir kişilik olduğundan tehditleri bile beni korkutmaya yetiyordu.

İnternet maceramda yine bu şirkette yapmak zorunda kaldığım işler sayesinde başladı. Ben zaten bugün ne biliyorsam yapmak zorunda kaldığım için biliyorum. Yani birileri beni zorlamasa bişey öğreneceğim yokmuş herhalde.

O dönemde hayatında hiç internet görmemiş, hatta cümle içinde bile kullanmamı isteseler anlamını çıkartamayacak olan ben, bilgisayarıma yüklenen “Hot Dog Pro” isimli bir yazılıma günlerce bakarak ne yapacağımı düşünmek zorunda kalmıştım. Çünkü Necati bey şirket içinde kullanılmak üzere kapalı bir yazılım yardım sistemi kurmamı istemişti benden. Belki o ne istediğini biliyordu ama ben bilmiyordum. “Hot Dog Pro” programı her düğmesine tıklandığından ekrana garip kodlar yazan bir şeydi. Evet şeydi, çünkü o şeylerin ne olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu. Günlerce bön bön programa bakıp “Allah, allah”lar çektikten sonra, nasıl keşfettiğimi hatırlamadığım şu temel bilgiye ulaştım. “Hot Dog Pro”da kod yazılıyor, o zamanlar bildiğim tek “browser (internet gezgini)” ile de hazırlanan kodlar internet sayfası halinde görüntüleniyordu. Yani bir çeşit işaretleme dili idi bu, ben yazıların başlarına işaretleri yazıyordum “sen paragraf ol, sen koyu ol” browser da bu işaretleri anlıyor “Tamam abla ben bunu hallederim” diyerek ekranda istediğim gibi gösteriyordu. Ne gereksiz bir durum. Word de yazdığım her şey güzel güzel oluyordu da, bu internete niye illa bir şeyi kırk takla atarak anlatmak gerekiyordu bir türlü anlayamamıştım. Ayrıca ben kod yazmayı nereden bileyim, elimde kaynak bile yok..

Nasıl olduysa bilmiyorum bir şekilde HTML – Hyper Text Markup Language denen internet sayfaları hazırlamak için kullanılan bu dili adını sanını bilmeden deneme-yamulma yöntemiyle Hot Dog Pro sayesinde öğrendim ve gerçeğini hiç görmediğim internet sayfaları hazırlamaya başladım. Yaptıklarım şekillendikçe kendimle duyduğum gurur ve özgüvenim yükselmeye başladı. Hatta öyle bir noktaya gelmiştim ki “Hot Dog Pro”yu bırakıp Note Pad ile ezbere kod yazmaya başladım. Zaten bir daha da Sıcak Köpek gibi absürd isimli bu programa ihtiyacım olmadı. Kendi çapımda bir mucize yaratmıştım. Hatta ufak dağları benim yarattığıma inanacak noktaya gelmiştim ki, gerçek internetle tanıştım. O zamanlar sadece statik, yani hareketsiz düz yazı ve resimlerden oluşan internet sitelerini görünce anladım ki benim yaptığım Picasso’nun tabloları yanında üç yaşındaki oğlumun yaptığı resimler gibi kalıyordu. Uyduruktan üç beş HTML kodu ile bu işin olmayacağını anladığımda mesai saatlerinin iş bitince bittiği ve mesai saatleri içinde dışarı çıkmanın yasak olduğu bir şirkette gizlice dergi cd lerinden indirdiğim grafik programlarını kurcalamaya başladım.

Yani bu azmin temelinde yatan gerçeği size de açıklamak isterdim ama maalesef bende bilmiyorum. Sadece hoşuma gitmişti, zevkliydi, yaratılanlar somuttu, seyircisi tüm dünya olan bir oyun sahnelemek gibiydi internette bir şeyler yaratmak ve yayımlamak.Bunun büyüsüne kapıldım sanırım. Dört yıl üniversitede aldığım eğitimi bir kenara bırakıp da bu işi meslek edinmemin nedeni de bu sanırım. "Para kazandığın işi sevmeye çalışma, sevdiğin işten para kazan" her zaman meslek ilkem olmuştur zaten. Aslında tamamen tesadüfi bir şekilde başlayan “bilgisayarcı”lık maceramın bundan sonra nasıl ilerlediğini şimdilik başka bir yazıya bırakıyorum.

O zamanlar bedava barındırma hizmeti vererek site açmanıza izin veren sadece Geocities isimli bir yabancı servis vardı. Bu serviste belirli gruplar tanımlanmış (sanırım bunlar kasaba isimleri gibi düşünülmüştü, çünkü diğer gruplardan komşu diye bahsedildiğini hatırlıyorum), bu grupların altında da sayılardan oluşan kod numaraları ile kişisel, yani resmi olmayan internet siteleri yer alıyordu. Uzun süre yine bir dergi cd sinden yüklediğim Adobe Photo Shop ile dansedip, içime sinen grafikler yaratmayı başardıktan sonra kendime ait bir site kurmak için heyecandan ölmek üzereydim. Pixel nedir, RGB nedir bilmiyordum ama yine de Photo Shop kullanıyordum. Dünyanın internet görmeden site yapan en bilinçsiz webmaster’ı bendim herhalde o aralar. Hiç bir şey bilmiyordum sadece keşfediyordum. Bildiğim hiç bir şeyi ise sistemli yollardan öğrenmemiştim. Deniyor, yamuluyor, yapıyordum sadece ve nasıl oluyorsa oluyordu işte..

Sonunda kendimce oldukça havalı olan bir site açmıştım Geocities’de. O zamanların modası counter, guest-book, ve tabii yegane dinamik görüntü oluşmasını sağlayan animated gif’ler sitemin ayrılmaz parçaları idi.

Counter (Sayaç) : belirli bir tarihten itibaren sayfaya kaç ziyaretçi geldiğini gösteren numaratör

Guest-Book (Misafir Defteri) : siteyi ziyaret edenlerin yorumlarını yazabilecekleri bir çeşit anı defteri – online form.

Animated gif (Haraketli Resim) : bir kaç frame den oluşan basit haraketler yapabilen resim dosyaları. Örneğin yanıp sönen ışıklar vb.

Az çok var olan yazma yeteneğimi de kullanarak küçük sayılamayacak bir site yapmıştım. Numaratörü, sanki her defasında bir şey bulacakmışım gibi tekrar tekrar ziyaret ederek epeyce yükselen sitemin üzerinden zamanla pek çok arkadaş edindim. Çok heyecan vericiydi gerçekten, internet sonsuzdu, sınırsızdı.

Bu arada diğer sitelerden kod çalmayı da keşfetmiş beğendiğim sitelerin bazı bölümlerini internet gezgininin sayfanın kodunu göstermeye yarayan bölümünden kopayalayıp kendi sayfalarıma ekliyordum. Tabi satırlarca kodun içinden çalmak istediğim bölümü bulabilmek başlangıçtaki bilgimle oldukça zor oluyordu ama sonradan ilk bakışta tüm kodu takip edecek ve çözecek duruma gelişimi bu hırsızlıklara borçlu olduğumu itiraf etmek zorundayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder